fan-sitem

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
fan-sitem

    MEDYA VE DEMOKRASİ

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 460
    rep :
    MEDYA VE DEMOKRASİ Left_bar_bleue999 / 100999 / 100MEDYA VE DEMOKRASİ Right_bar_bleue

    Kayıt tarihi : 29/11/08

    MEDYA VE DEMOKRASİ Empty MEDYA VE DEMOKRASİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 10, 2008 4:29 pm

    MEDYA VE DEMOKRASİ
    Bilinen anlamda basın özgürlüğünü ilk
    destekleyen Euro-Amerikan devrimi özellikle on sekizinci yüzyıl
    boyunca, devlet sansürünün sınırları konusunda çeşit çeşit yeni ve iyi
    işlenmiş fikirlerin geliştirilmesine neden oldu. Modern anlamda basın
    özgürlüğü fikrinin doğum yeri olan İngiltere’de en azından dört farklı
    sav ile karşılaşıyoruz.
    1. Teolojik yaklaşım, devlet sansürünü
    Tanrı’nın insanlara ihsan eylediği akıl adına eleştiriyordu. Bu görüş
    ruhsata ve sansüre bağlı olmasını buyuran bir hükümet kararına karşı,
    Tanrı aşkı ile “özgür ve bilgili ruhun” serpilip gelişmesi için özgür
    basına arka çıktı.
    2. Basının davranışlarının bireyin haklarına uygun olması fikri.

    3. Faydacılık kuramı, kamuoyu üzerindeki devlet sansürünü istibdata
    verilmiş bir açık kart olarak görüyor ve yönetilenlerin mutluluğunun en
    üst düzeye çıkarılması ilkesine aykırı buluyordu.
    4. Basın
    özgürlüğünün dördüncü savunması, Hakikat’e yurttaşlar arasındaki
    kısıtlamasız tartışma yoluyla ulaşılacağı düşüncesine dayanıyordu.
    Basın özgürlüğüne ilişkin tüm bu savların sorunsuz oldukları söylenemez
    ama bu görüşler erken modern toplumların ilk gelişmesini derinden
    etkilediler. On dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar gerek Amerika’da
    gerekse İngiltere’de “basın özgürlüğü” cesur ve bulaşıcı ütopik bir
    kavram olarak işlevini sürdürdü. Yöneten sınıfları sıkıştırmaya yaradı.
    Devletin ifade özgürlüğüne getirdiği kısıtlamaları dramatize etti.
    Medeni haklar ve siyasal demokrasi mücadelesine hız kazandırdı. Özgür
    basının yaygınlaşması yazılı metinlerin görünümüne hem katkıda bulundu
    hem de ondan yararlandı; metinler laik bir nitelik kazandıkları gibi,
    okunmaları da kolaylaştı. Fakat basın özgürlüğünün ilk Avrupalı ve
    Amerikalı savunucuları bu ütopik vizyonun birçok kör noktalarla malul
    olduğunu da görememişlerdi. İlkin basının kendi kendini sansür etmesi
    olayını hesaba katmadılar; çünkü fikirlerini topluluk önünde ifade etme
    yeteneğine “doğal olarak” sahip olan kişilerin karşısında başlıca dış
    tehdidin siyasal iktidardan geleceğini varsaydılar. Baskılar nedeniyle
    basın özgürlüğü savunucularının sansür sorununa negatif özgürlük
    paradigmasıyla bakmaları anlaşılabilir bir tutumdur. Söz ve basın
    özgürlüğü negatif özgürlük anlamına geliyordu; yani, bu özgürlük
    bireylerin yada bireylerden oluşan grupların önceden bir dış engelleme
    olmaksızın düşüncelerini dile getirme özgürlüğüydü ve yalnızca bu
    özgürlüğü tüm diğer bireylere garanti eden ve hükümet tarafından
    yaptırımlarıyla uygulanan yasalara tabiydi. İşin can alıcı noktası,
    basın özgürlüğünü savunan bu kuramların felsefi anlamda yeterince
    çoğulcu olmamalarıdır. Her şeyin tartışılması mübahtı, bir şey hariç:
    Kendi dünya görüşleri. Tüm ideologlar gibi, tüm dünya için geçerli
    olmayı hak etmiş evrensel bir dil olduklarını varsayarak kendilerini
    eleştirilere karşı korumaya çalıştılar.
    Konuya eleştirel
    gözle bakan biri sorabilir: Mademki basın özgürlüğü hakkındaki modern
    ideal daha en başından bu kadar kusurluydu, onu doğumundan üç yüzyıl
    sonra niçin tartışalım? Bu deneme işte bu çetin sorulara cevap vermeye
    çalışıyor. Basın özgürlüğü hakkındaki eski söylemin güçlü ve zayıf
    yanlarının değinilmesinin günümüzde önemli olduğunu savunuyor.

    İlk yaklaşım Pazar rekabetinin basın ve yayın özgürlüğünün kilit
    koşulu olduğunda ısrar ediyor; bu özgürlüğü de devlet müdahalesinden
    özgürlük olarak, bireylerin düşüncelerini dış kısıtlamalar olmaksızın
    iletebilme hakları olarak anlıyor. Devlet sansürü, bireysel seçim,
    yasal düzenlemenin kaldırılması yani “deregülasyon” pazar
    liberallerinin tezinin temel kavramıdır.
    Özel ellerde
    bulunan bir basın ve çok kanallı bir yayım sistemi özgürlüğün
    kalesidir. Kültürel ayrıcalıkların ve devlet baskısının savunucularının
    baş belasıdır. Pazar liberalleri devletçe korunan medyanın
    pederşahiliğine karşı çıkıyorlar. Onlara göre, kamu hizmeti yayımcılığı
    fikri en başından yolunu sapıtmıştı. Aslında, kamu hizmeti yayımcılığı
    kişisel ihtiyaç ve kaygıların temsilini sınırlar. Seçme alanını
    sıkıştırır, daraltır, azaltır. Televizyonda hükümetin dayandığı
    varsayım şöyle anlatılmıştır. “Ne seyretmek istediklerini seçmeyi
    insanlara bırakamazsınız, onların neyin onlar için iyi olduğunu bilen
    ve düşünceleri birbirine yakın insanlarca denetlenmeleri gerekir.”
    Medyanın tekelci kamusal düzenlenmesi artık haklı gösterilemez. Devlet
    korumasındaki medyanın keyfi finansmanının ve sansürünün en iyi
    panzehiri, Pazar rekabetinin tarafsız ve tüketiciye-duyarlı üleşim
    sistemidir. Kamu hizmeti tekellerinin ortadan kalkması,
    radyo-televizyon yayımcılığının erginliğe ulaştığının bir işareti
    olacaktır. Pazar liberalizminin muhalifleri ve özellikle sola eğilimli
    olanları, bu önerilerden telaşa kapılmış durumdalar. Diğer yandan
    deregülasyonun İtalya’da yarattığı yoz sonuçları değerlendirmek
    gerekiyor. Örneğin, haber-eğlence programları (barok televizyon
    parçaları haline dönüştürülmüş ağız sulandırıcı mahkeme duruşmaları) ve
    iç gıcıklayıcı striptease’li yarışma programları bunlar arasında
    sayılıyor. Artık kalitenin yerini ticaret kurtlarının ölçüleri almıştır.

    Çok kanallı seçim demek çok kanallı saçmalık demek olduğuna göre
    - ucuz yarışma programları, reklamlardan farkı olmayan içi boş eğlence
    programları - daha fazla seçenek daha iyi değil, daha kötü medya demeye
    gelecektir. Pazar liberallerinin, pazarın bireysel seçim özgürlüğünü
    arttırdığı iddiası da kuşkuludur. Sınırsız Pazar rekabeti aslında
    belirli yurttaşların, özellikle azınlıkların ve geçici çoğunlukların
    seçim özgürlüğünü ağır biçimde zedelemektedir. Yayımcılar rekabete
    tutuştuklarında en iyi yöntemin kitlelere cazip gelecek programlarla
    tam ortadaki kesime seslenmek olduğunu biliyorlar. Bunun sonucu,
    programlarda çeşitliliğin sınırlanması ve birbiriyle örtüşmesi oluyor.
    Muhaliflerin Pazar liberali fetişi ile ilgili söyleyebileceklerinin özü
    şu: Pazar rekabetinin iletişim özgürlüğünü garantili olarak
    sağladığının inanılır olduğu günler çok geride kaldı. Bugün ise basın
    özgürlüğünün dostlarının şunu anlamaları gerekiyor: İletişim pazarları
    iletişim özgürlüğünü kısıtlamaktadır; pazara girmek isteyenlere
    engeller koyarak, tekellere izin vererek, seçenekleri sınırlayarak ve
    enformasyonun egemen tanımını kamusal yarar kavramından uzaklaştırıp
    özel olarak tasarruf olunabilen bir metaya yaklaştırarak yapmaktadır
    bunu.
    Basın ve yayım özgürlüğü konusundaki Pazar liberali
    görüşünü bozup çürüten tek şey Pazar rekabeti fetişi değil. Bu görüşün
    devlet kurumlarının sorumsuzluk ve keyfi erkine duyduğu sempati de çoğu
    kez ona puan kaybettiriyor. Günümüzde tüm demokratik rejimlerin
    göbeğinde despotizm çekirdekleri bulunuyor. Eski modern mutlakıyetçi
    devletlerin, parlamentolar tarafından yönetilen geç modern anayasal
    devletlere tarihsel dönüşümü sona erdi.Artık yeni bir siyasal sansür
    dönemine, Demokratik Leviathan çağına giriyoruz. Bu çağda hayatın
    yaşamsal parçaları çeşitli eski ve yeni kalemlerle donatılmış,
    sorumsuzluk siyasal kurumlar tarafından biçimlendirilmekte. Birbiriyle
    bağlantılı beş siyasal sansür türü özel ilgiye değer.
    1.
    Olağanüstü hal erkleri : Hükümetlerin, medyanın bazı bölümlerini
    zorbalıkla sindirerek yola getirme girişimleri talimatlar, tehditler,
    yasaklamalar ve tutuklamalarla Batı demokrasilerinde de kendisini
    hissettirmeye devam ediyor. Ön engelleme ve yayım sonrası bu baskı
    türünün iki tekniği.
    2. Silahlı gizlilik : Modern devlet
    erki, gizlilik perdesinin arkasına saklanmış polise ve askeri organlara
    dayanarak başarılı olur.
    3. Yalan söylemek : Siyasette yalan söylemek demokratik rejimlerin özelliklerinden biridir.

    4. Devlet reklamcılığı : Erken modern devletin yöneticileri;
    özellikle mutlakıyetçi evrede, kendilerini toplumda birliğin kaynağı ve
    ilkesi olarak görüyorlardı. Siyasal liderlerin televizyon ve radyo
    mülakatlarında kayrılarak yansıtılması, devlet reklamcılığının daha az
    göze çarpan, ama hiçte önemsiz sayılamayacak bir örneğidir.

    5. Korporatizm : 20. yüzyılda hükümetin işlevlerinin özel kesimin
    örgüt ağları tarafından yerine getirilmesi, pazarlık , ihsan yada
    sözleşme ile yapılması, sıradan bir olay haline geldi.
    Batı
    demokrasilerinin bu beş yönelimi kaygı vericidir. Bunlar gösteriyor ki,
    normal olarak ne yurttaşlara, ne kitle iletişim araçlarına karşı
    sorumlu ne de hukuk devletine tabi olan siyasal erk toplamı
    çoğalmaktadır. Eğer hukuk devleti keyfi devlet erkinin siyasal yaşamdan
    sistematik olarak ayıklanması ise ve keyfi erk kamunun değerlendirmesi
    ve eleştirisinden muaf ve çevresine karşı duyarsız ve ondan öğrenmeye
    yeteneksiz erk olarak tanımlanıyorsa, o zaman denilebilir ki, batı
    demokrasilerinde hukuksuzluk artmaktadır. Bütün bunlar çarpıcı bir
    paradoksu yansıtıyor.
    Pazar liberallerinin çoğu sansürsüz
    bir özgür iletişim pazarından söz etmeye bayılıyorlar, ama iş bu
    yönelimleri eleştirmeye gelince hemen geri kaçıyorlar; yurttaşların
    hukuk devletini genişletme, siyasal erkin keyfiliğine ve gizliliğine
    set çekme çabalarına karşı antipati dolu, hatta düşmanca bir tutum
    takınıyorlar. Onların Pazar özgürlükçülüğü siyasal ve kültürel
    otoriterliğe duyulan derin bir yeni-muhafazakar bağlılıkla yan yana
    yaşıyor. Bu deneme şimdiye kadar “deregülasyon”a karşı çıkanların iki
    zayıf noktasını vurgulamaya çalıştı. Pazar liberallerine karşı ve kamu
    hizmeti iletişiminden yana ortaya koydukları savın üçüncü bir zayıf
    yanı, yukarıdakilerle ilgili bir kör noktası var: Kamu hizmeti
    medyasını toplum önünde haklı gösterme girişimlerinin inandırıcı
    olmaması. Eğer iletişim medyası bir kamu hizmeti olarak savunulacaksa,
    oynayacağı rollerin ve yapacağı işin önemi açık ve mantığa uygun bir
    biçimde anlatılmalıdır. Ne yazık ki, kamu hizmeti medyasına ilişkin
    çağdaş sav ağır bir meşruiyet sorununa paçayı kaptırmıştır. Kamu
    hizmeti medyasının hastalığı ötekilerden bile daha geneldir; bu
    hastalık, eski temsil biçimlerini zayıflatmakta ve parçalamaktadır.

    Kamu hizmeti yayımcılığı yalnızca eğlendirme amacından daha yüce
    amaçlar güder. Bu anlamda, nitelikli yayımcılığın kazandığı pratik
    başarıları küçümsemek doğru olmaz. Gene de, var olan kamu hizmeti
    medyasına bir kalite, denge ve evrensel erişim timsali olarak bakmak
    miyopluk olur. Kamu hizmeti medyasının egemen tanımı, kendi varlığını
    kalite edebiyatına başvurarak haklı göstermekle de stratejik bir hata
    yapıyor. Pazarı savunanlarında kalite konusunda ayrı bir görüşü var.
    Terimin anlamsal bulanıklığından yararlanarak ve onu daha da
    bulandırarak kamu hizmeti modelini akıl karıştırıcı ve tepeden bakmacı
    olmakla eleştiriyorlar. Onlara göre, izleyici bağımsız tüketicilerden
    oluşmuştur ve en pratik kalite ölçüsü onların yaptıkları seçimlerdir.

    Peki, yeniden tanımlanmış, genişletilmiş, daha erişilir ve
    sorumlu bir kamu hizmeti modeli pratikte nasıl bir şey olacak? Kamu
    hizmeti medyası, başlangıçtaki modelinin geri dönülmez ve derin bir
    bunalıma girdiğini hiç unutmaksızın “gayrimetalaştırıcı” başarılarını
    örnek alıp ilerletmeli. Farklı yaşam biçimleri, beğeniler, görüşler
    arasında uyumlu bir birlik oluşmasına, despotik devletlerin ve Pazar
    güçlerinin egemenliği altında olmayan tarafından yönetilen yurttaş
    çoğunluğunun siyasal güç kazanmasına yardımcı olmalıdır. Onların çok
    katmanlı anayasal devletlerin çerçevesinde yaşamasını sağlamalıdır.
    Bağımsız kendi kendisini örgütlemiş, devlet kurumlarının dar
    sınırlarını aşan sivil toplumlarda çalışan ve tüketen, yaşayan ve
    seven, kavga eden ve uzlaşan yurttaşlarına karşı sorumlu tutulabilen
    devletlerdir.
    İletişim medyası, siyasal yöneticilerin yada
    iş adamlarının kişisel kazancı yada karına değil, kamu kullanımına yada
    tüm yurttaşların zevk almasına yaramalıdır. Bunları sağlamada
    önceliklerden birisi, çağdaş devlet erkinin sansür yöntemlerinin gözler
    önüne serilmesi ve kaldırılmasıdır. Bir diğeri, hem siyasal erkin
    sürekli başına ekşiyen hem de çalışan, sevişen, kavga eden ve
    başkalarını hoş gören yurttaşların başlıca iletişim araçları olarak
    hizmet veren devlet dışı medyanın gelişmesi. Bu öncelikler uygulamaya
    konulduğunda kamu hizmeti yayımcılığına ilişkin şimdiki egemen tanım
    radikal olarak değişecektir; hem de Pazar liberalizminin cazibesine
    teslim olmadan. Kamu hizmeti iletişiminden söz edildiğinde artık akla,
    devletçe finanse edilip korunan, ama devlet-dışında kalan ve
    yurttaşların büyük bir bölümü arasında fikir dolaşımını sağlayan
    iletişim kurumları gelecektir.
    Bu denemede savunulan kamu
    hizmeti modeli, özgür ve eşit iletişime ilişkin bu temel ilkelerin
    hakkını yememeye çalışmaktadır. Çünkü bu model, evrensel amaçla çoğulcu
    amaç arasında ortadan kaldırılması mümkün olmayan, modern bir ikilem
    bulunduğunun bilincindedir: Evrensel yaklaşımda amaç, tüm yurttaşların
    fikirlerini topluca açıklamalarını sağlayacak haklara sahip
    kılınmasıdır; çoğulcu yaklaşımda ise amaç belirli yurttaşların kendi
    fikirlerini topluca açıklamalarını sağlayacak alanlar açarak gerçek bir
    çeşitlilik sağlarken, kimi diğer yurttaşların ifade gücünü denetim ve
    sınırlama altına almaktır. Dahası burada ana çizgileriyle verilen yeni
    kamu hizmeti modeli toplumsal çeşitlilik olgusuna daha
    uygundur-bölgeler arası, kır ve kent, genç ile yaşlı, zengin ile
    yoksul, meslekler, etnik kimlik, dil, cinsiyet ve cinsel tercihten
    kaynaklanan farklılıkların gittikçe daha belirleyici olduğunu unutmamak
    gerekir. Demokrasinin bilgili yurttaşlara ihtiyacı var. Onların
    demokratik araçlar sayesinde aklı başında anlaşmalara varma yeteneği,
    ancak farklı fikir kaynaklarına eşit ve açık erişim sağlayabilmeleri
    durumunda filizlenip gelişebilir.
    Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır.

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 4:23 pm