fan-sitem

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
fan-sitem

    Evrenin Doğuşu

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 460
    rep :
    Evrenin Doğuşu Left_bar_bleue999 / 100999 / 100Evrenin Doğuşu Right_bar_bleue

    Kayıt tarihi : 29/11/08

    Evrenin Doğuşu Empty Evrenin Doğuşu

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 10, 2008 4:00 pm

    Evrenin Doğuşu

    1930'lu yıllara kadar bir sır olarak kalmış olan
    yaşamın kökenini oluşturan Güneş'in enerji kaynağını ortaya çıkarmayı
    başaran insanoğlu, Dünya üzerinde etkinliklere ve olaylara çabucak
    katılabilecek şekilde bir haberleşme ve ulaşım ağını oluşturabildi.
    Dünya'nın çekim ivmesinden kurtulmayı başararak, Dünya'nın yuvarlak
    olduğunu anladı. Ay'a adım attı ve gezegenlere uzay araçları gönderdi.
    Bu şekilde gelişen akılcı düşünme utkusu, batı Avrupa'ya eşi görülmemiş
    50 yıllık bir barış getirdi.

    Binlerce yıldır, insan yaşamı 40
    yıllık aralıklar ile açlık ve donma tehlikesi geçirmiştir. Bilim bu
    süreyi iki katına çıkartabilmiş ve bugün Bilim, insanoğlu için ağrısız,
    rahat ve keyif verici bir yaşam sunma çabasındadır. Yüzyılın başında,
    Bilim Dünya'yı değiştirmiş, yüzyılın sonunda da insanoğlu, kendisini
    bilimler ile değişen bir Dünya'da bulmuştur. Sadece Dünya değişmedi
    aynı zamanda insanoğlunun kendisi de değişti ve Dünya sadece fiziksel
    bir boyutta kaldı.

    Bu köklü değişime, matematiksel bir mantık
    ve sade bir hayal gücünün baskın olduğu zahmetli bir yöntem ile adım
    adım geliştiğine inanılan bilimler sayesinde ulaşılması şaşırtıcı
    görülebilir.

    Tüm bilimler çok ufak adımlar içerisinde
    ilerlerken, bu alanda ara sıra birdenbire anlamlı sıçramalar
    olmaktadır. Sonuçta, daha geniş bir bakış açısı elde ediliyor ve yeni
    bir paradigma doğuyor. Bunlar da anlayışımızı, düşüncemizi ve
    kültürümüzü etkileyen büyük keşifler oluyorlar.
    Genişleyen Evren


    1912
    yılında, Vesto. M. Slipher, sarmal bir bulutsu (şimdi gökada olarak
    adlandırılmaktadır) olarak adlandırılan gökcisimlerinin ilk tayflarını
    elde etti. Bu iş, o zamanlar küçük teleskoplar ve iyi olmayan
    emülsiyonlar ile yapıldığından, yorucu bir işlevdi. Slipher spektrel
    çizgilerin kırmızıya doğru kaydığını ve cisimlerin bizden uzaklaştığını
    gözleyerek, bu uzaklaşmanın Gökadamızda bilinen herhangi bir yıldızdan
    çok daha hızlı bir şekilde olduğu sonucunu çıkardı.

    Büyük
    uzaklaşma hızları, pek çok Astronomun çözmeye çalıştığı bir bulmaca
    haline gelmiştir. Sonunda Edwin Hubble, 1925 yılında, "Nebulaların
    (bulutsuların)" yüzmilyonlarca yıldız içeren gökadalar olduğunu
    anladıktan sonra, 1929 yılında tüm gökadaların bizden uzaklaşmadığını,
    aynı zamanda bu uzaklaşma hızlarının uzaklıkları ile de orantılı
    olduğunun farkına vardı

    Son 70 yıl içerisinde, büyük patlama
    fiziksel bir gerçek olmaya başladı. En uzak gökadalar hemen hemen
    ışığın hızına yakın kırmızıya kaymalara sahiptirler. Birbirlerinden
    bağımsız olarak yapılan gözlemler, şüphenin ötesine giderek genç
    evrenin küçük, son derece yoğun ve çok sıcak olduğunu kanıtlamaktadır.


    Evrenin
    genişlemesi, onun yaşını belirleme konusunda bize basit bir araç
    sağlamaktadır. Çok erken zamanlarda, tüm gökadalar (veya oluştukları
    madde ve enerji) tek bir yerde sıkışmıştı. Genişleme başladığı zaman
    bazı bölgeler yavaş bir şekilde uzağa taşındılar ve bugünkü
    komşularımızı oluşturdular. Diğer bölgeler, yüksek hızlar ile
    taşınarak, ufuk sınırlarımız içerisinde yer aldılar. Bu yapıların hepsi
    de, aynı seyahat zamanına bir başka ifade ile evrenin yaşına sahip
    oldular. Bu durumda, teknik olarak pekte kolay olmayan yöntemlerle bir
    gökadaya veya pek çok gökadaya olan uzaklık belirlenebilir. Belirlenen
    bu uzaklık, uzaklaşma hızına bölünürse, elde edilen sonuç evrenin
    genişleme yaşını verir.

    Ölçülen kırmızıya kaymalar, uzaklaşma
    hızları ve en iyi uzaklık tespitleri, bize 14 (± 2) Gigayıl (1 Gigayıl
    = 1 milyar yıl) bir genişleme yaşı veriyor. Bu zamanın uzun olduğu
    görülebilir. Yaşamın 3 Gigayıl önce başladığı Dünya üzerindeki en yaşlı
    kayaların hemen hemen 4 Gigayıl bir yaşa sahip olduğu ve Gökadamızdaki
    en yaşlı yıldızların 12 Gigayıl önce oluştuğu gözönüne alındığında,
    evrenin genç olduğu anlaşılır.
    Ters olan şey, evrenin yapıları
    oluşturmasıdır. Tesadüfen diğerlerinden çok daha fazla madde içeren
    bölgeler oluştu. Bu yoğun bölgelerde, çekim genişlemeyi bölgesel olarak
    yavaşlattı ve hatta genişlemeyi büzülmeye doğru yöneltti. Hidrojen ve
    helyumdan ibaret dev, büzülen bulutlar oluştu ve bunlar daha küçük
    büzülen bulutlar içerisine parçalandı. Bu parçalar daha sonraları bugün
    gördüğümüz gökadalara doğru evrimleştiler. Gökadalar büzülmeleri
    süresince döndüler ve dönmeleri, bunları daha fazla miktarda
    çökmelerine engel oluşturdu.

    Bununla beraber, binlerce güneş
    kütlelerine sahip tek tek bulut etkileşmeleri büzülmeye devam edebildi
    ve yıldızları oluşturabildi. Yıldızların oluşumu, gökadalarda devam
    etmekte olan bir süreçtir. Bu süreçte, gaz tamamen kullanılıncaya kadar
    yeni yıldızlar sürekli olarak doğmakta, yaşlanmakta ve ölmektedirler.
    Gökadaların bazıları gaz depolarını tamamen tükettiler. Bizim
    Gökadamızda ise, uzun zamandır yıldızlar oluşmakta ve bu süreç devam
    etmektedir.

    Büzülen bir yıldızın içerisi, sıcaklık bir kaç
    milyon dereceye ulaştığında ısınır. Bu anda, bir hidrojen bombası
    ateşlenir ve hidrojen, helyuma dönüşür. Bu işlevin sonucunda, büyük
    miktarda bir enerji salıverilir. Bu enerji yıldızın daha fazla
    büzülmesini engeller ve yıldızın parlamasına olanak sağlar. Böyle bir
    durumda Güneş'teki bu enerji, tüm yaşamın temelini oluşturur.

    Küçük
    kütleli yıldızlar, tüm hidrojenlerini helyuma dönüştürdüklerinde,
    "Beyaz Cüce"ler olarak ölürler. Daha büyük kütleli yıldızlar, helyumu,
    karbon, oksijen ve demire doğru daha kompleks elementlere yakarlar.
    Daha ağır elementlerin üretimi ile enerji salıverilmez, daha ziyade
    enerji gerekir. Bu enerji, büyük kütleli yıldızlar dev bir süpernova
    patlaması ile öldükleri zaman ortaya çıkar.

    Dünya üzerindeki
    tüm kimyasal elementler yıldızlarda üretilmiştir. Yıldızlar öldükleri
    zaman, kütlelerinin bir kısmını Gezegenimsi Nebula (bulutsu) olarak
    sakin bir şekilde veya bir süpernova olarak, patlamalı bir şekilde
    uzaya atarlar.

    Böyle bir süreçte kimyasal olarak işlenmiş
    materyal, yıldızlararası ortama geri döner. Yeni oluşan yıldızlara bu
    şekilde, karbon, oksijen ve demir gibi elementler bulaşırlar. Güneş
    sistemimiz 4.6 Gigayıl önce oluştuğu zaman, 92 elementin hepsi zaten
    mevcut idi. Başka bir ifade ile, büyük kütleli kimyasal olarak ürün
    veren yıldızlar kısa ömürlü oldukları için, elementlerin çoğunluğu,
    Güneş sisteminin kendisi yıldızlararası gazdan itibaren oluşmadan



    uzun
    süre önce orada bulunmakta idi. Dünya üzerindeki kimyasal değişkenliğin
    olmasının nedeni de, önceki yıldız nesillerinin ilkel hidrojen ve
    helyum dışında tüm elementleri oluşturmasından dolayıdır.

    Gökadamızdaki
    en yaşlı yıldızlar 12 Gigayıl yaşındadır. Bir başka ifade ile, büyük
    patlamadan 2 Gigayıl sonra oluştular. Tüm maddenin yarısının protonlar
    ve nötronlar halinde olmayıp, "eksotik" halde oldukları kabul
    edilmedikçe, bilgisayar modelleri bu kadar kısa aralıklarda yapıları
    oluşturmakta başarısız kalır.

    Karanlık madde olarak
    adlandırılan bu yapılar, bilinmeyen özelliklere sahip parçacıklardan
    ibarettir. Ne var ki, karanlık madde, yapı oluşumunu açıklamada
    kaçınılmaz olarak gereklidir. Bu anlaşılması zor madde biçimini tespit
    etmek için, bugünlerde büyük çabalar harcanmaktadır. Bununla birlikte,
    hayal edebildiğimiz evrende, karanlık madde dışında bilemediğimiz daha
    başka şeyler olabilir.

    Evren

    Dünya (yaklaşık çapı 12
    800km), Güneşin çevresinde dönmektedir ve Güneş Sistemi'nin bir
    gezegenidir; Güneş Sistemi ise yarıçapı 6 milyar km'den uzun olan bir
    alanı kapsar. Güneş, Gökada'nın(Samanyolu) 100 milyar yıldızından
    biridir ve çok kenarda yer alır. Gökada'nın çapı 100 000 ışık yılıdır
    ve Güneş, merkezden 28 000 ışık yılı uzaklıkta, yani merkeze yarıçapın
    üçte ikisi kadar bir uzaklıkta bulunur. Gökada, otuz kadar komşu
    gökadayla birlikte
    (en önemlisi, Andromeda M31), çapı yaklaşık 5
    milyon ışık yılı olan Yerel grubu (veya Yerel küme) oluşturmaktadır ve
    söz konusu yerel grup da daha büyük bir sistemin, Yerel süperkümenin
    çevresinde yer alır. Gözlemlenen en uzak gökcisimleri, uzaklıkları
    milyarlarca ışık yılıyla ölçülen kuazarlardır. Bilinen Evren, 10 milyar
    ışık yılının ötesinde bir uzama sahiptir.

    Güneş

    Yeryüzündeki
    ısı ve ışığın kaynağı tarih boyunca insanlığın çok ilgisini
    çekmiştir... Güneş yarıçapı yaklaşık bir buçuk milyon kilometre olan
    büyük ve sıcak bir gaz topudur. Modern teoriye göre Güneş'in
    merkezindeki yoğunluk suyun yoğunluğunun yaklaşık yüz katı, sıcaklık
    ise yaklaşık 15 milyon derece civarındadır. Atom-altı parçacıkların
    biraraya gelip kaynaşarak nükleer enerjiyi açığa çıkarabilmeleri için
    bu tür yüksek sıcaklıklar gereklidir. Serbest kalan enerji başlıca iki
    şey yapar. Birincisi, Güneş'in içinde sıcaklığı yüksek tutarak
    dışarıdan içeriye doğru bir etki yapan kütle çekim kuvvetine direnmeye
    yetecek bir basınç yaratır (Böyle bir basınç olmazsa, Güneş kendi
    ağırlığı altında çöker). İkincisi, açığa çıkan enerji ısınıma dönüşerek
    önce güneşin yüzeyine doğru hareket eder, oradan da uzaya yayılır.
    Güneş'in enerjisinin bir bölümü yüzeyi hareketlendirip karıştırarak çok
    yüksek enerjili parçacıklar, manyetik alanlar ve taç(corona) adı
    verilen yüksek sıcaklığa sahip bir atmosfer yaratır...




    Güneş Sistemi

    Bundan 4.5 milyar yıl önce...
    Samanyolu'nun
    ücra bir köşesinde, Avcı kolu üzerinde, ölmüş yıldızların artıklarıyla
    "zenginleşmiş" bir gaz ve toz bulutu yavaş yavaş çöküyor. Büyük bir
    topak ve onun çevresinde dönen bir disk oluşuyor. Merkezdeki topak,
    Muazzam ağırlık ve basınç altında ısınıyor ve hidrojen atomları
    birleşerek helyuma dönüşmeye başlıyor. Çevredeki diskte bulunan toz
    zerrecikleri, birbiriyle çarpışarak daha küçük topakçıklar
    oluşturuyorlar. Milyonlarca yıl sonra merkezde oluşan yıldız,
    rüzgarıyla arta kalan tozları süpürüyor. Ortaya çıkan, G2 tayf
    sınıfından, 350 000 Dünya kütlesinde sarı bir yıldız. Orta büyüklükte
    sayılsa da, Evren'deki kardeşlerinin yüzde 95'inden daha büyük.
    Çevresindeyse, güçlü kütle çekimiyle yönettiği gezegenler. İşte
    Evren'de yaşam türlerine ev sahipliği yaptığı bilinen tek sistem, Güneş
    Sistemimiz...

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 460
    rep :
    Evrenin Doğuşu Left_bar_bleue999 / 100999 / 100Evrenin Doğuşu Right_bar_bleue

    Kayıt tarihi : 29/11/08

    Evrenin Doğuşu Empty Geri: Evrenin Doğuşu

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 10, 2008 4:01 pm

    deva mıS:S:S:


    Güneş oluşma sürecindeyken, çevresinde dönen gaz
    ve toz diskinin, merkezdeki topağa yakın iç bölgeleri çok yüksek
    sıcaklıklarda bulunuyordu. Bu nedenle, iç kesimlerde ortaya çıkan
    gezegenler, ölmüş yıldızların enkazı olan silisyum, demir, vb. gibi,
    bir yıldızda pişirilmiş ağır elementlerden oluştular. Merkezde demir
    bir çekirdek. Onu çevreleyen, erimiş kayalardan kalın bir "manto". Ve
    onun da üzerinde, büyük oranda silisyum içeren, soğumuş, katılaşmış bir
    kabuk. Bu, iç gezegenlerin oluşumu için genel bir model. Güçlü
    teleskopların pek çok yerde saptadığı gaz ve toz diskleri, gezegen
    oluşum modelini doğruluyor.

    Karasal gezegenler, oluşum halindeki
    Güneş'in çevresinde dönen gaz ve toz bulutunun dış kısımlarında ortaya
    çıktılar. Diskin, merkezdeki topaktan uzak bu dış bölgeleri oldukça
    soğuktu. Dolayısıyla, toz zerreciklerinin yani sıra buz ve kar
    parçalarını da içlerine aldılar. Sonunda öylesine büyüdüler ki,
    çevredeki hidrojen ve helyumu da çekip çok kalın atmosfere sahip
    oldular. Atmosferlerinde, bu iki gazın yani sıra, metan, etan gibi
    gazlarla, su buharı da bulunur. Yüksek dönme hızları nedeniyle, Güneş
    Sistemi'nin oluşum artıkları olan kuyruklu yıldız, asteroid gibi
    gökcisimlerini kendi üstlerine çekerek, iç gezegenleri felaketli
    çarpışmalardan korurlar. Sahip oldukları dev uydulardan bazılarında
    donmuş, yada sıvı halda su bulunuyor.

    Karasal gezegenler:

    Merkür
    Venüs
    Dünya
    Mars

    Dev (Gaz) Gezegenler:

    Jüpiter
    Satürn
    Uranüs
    Neptün
    Plüton




    Gökadalar

    Bir
    gökada, yıldızlar, bulutsular ve yıldızlar arası malzemeden oluşan dev
    bir kütledir. En küçük gökada yaklaşık 100 000 yıldız içerirken, en
    büyüğünün içerdiği yıldız sayısı 3000 milyara varmaktadır. Gökadalar,
    biçimlerine göre 3 temel tipte sınıflandırılır: Oval biçimdeki
    "eliptik" gökadalar; merkezdeki kütleden dışa uzanan sarmal biçimli
    kolları olan "sarmal"gökadalar; Belli bir biçimi olmayan "biçimsiz"
    gökadalar. Zaman zaman gökadaların biçimleri bir diğer gökadayla
    çarpışmaları sonucunda değişir. Kuasarların gökada çekirdekleri
    oldukları düşünülüyorsa da, o kadar uzaktadırlar ki, gerçek doğaları
    tam anlamıyla anlaşılamıyor. Bunlar, bilinen Evren'in dış sınırlarında
    yer alan, çok parlak cisimlerdir. Bilinen en uzak "sıradan gökadalar"
    10 milyar ışık yılı uzaktalarken, bilinen en uzak kuasarların Güneş
    Sistemi'ne uzaklığı 15 milyar ışık yılını buluyor. Seyfert gökadaları
    gibi aktif gökadalar ve radyo gökadalar yoğun bir ışıma yayıyorlar.
    Seyfert gökadalarında ışımanın kaynağı gökada çekirdeğidir. Radyo
    gökadalarda ışıma, gökadanın herhangi bir noktasındaki kütleden
    kaynaklanır. Aktif gökadalar ve kuasarların ışımalarına karadeliklerin
    yol açtıkları düşünülüyor...

    Yıldızların Oluşumu

    Bir
    yıldızın oluşumu için iki şey gereklidir: Madde ve maddeyi yüksek
    yoğunluklara erişinceye dek sıkıştıracak bir mekanizma. Madde uzayda
    oldukça boldur. Uzaydaki madde, hemen hemen tümüyle çok küçük
    miktarlarda diğer elementler ve küçük toz parçacıklarıyla karışmış
    durumda bulunan hidrojen gazından oluşmaktadır. Bazı bölgelerde gaz
    düzgün bir biçimde dağılmış durumda bulunurken diğer bazı bölgelerde
    yoğunlaşmalar gösterir. Maddenin toplandığı yerde kütle çekimi de daha
    kuvvetlidir, bu nedenle de gaz kendi kendini daha da sıkıştırarak
    yüksek yoğunluklarada ulaşabilir. Sonuçta kütle çekim kuvveti tek
    başına gazı yoğunlaştırmanın bir mekanizması olabilir. Yoğun, yeni
    doğmuş bir yıldız çekirdeğinin çapı bir ışık yılının yarısından daha
    küçüktür. Ama bu boyut bile tam oluşmuş bir yıldızın boyutlarından
    milyonlarca kat daha büyüktür. Kütle çekimi ile birleşen başka bir
    kuvvet, bu ilkel yıldız çekirdeğinin davranışını belirler. Tipik olarak
    gaz bulutu kendi çevresinde dönmekte olup manyetik kuvvetler tarafından
    gittikçe daha fazla sıkıştırılır. Bulutun içinde büzülme ve çökmeye
    karşı koyan ısı ve basınç vardır. İçeriye doğru etki eden kütle çekim
    kuvveti yeterince büyük olduğunda bulut büzülmeye ve kendi merkezine
    doğru çökmeye devam eder. Bu da açığa çıkan çekim enerjisi nedeniyle
    ısı üretimine neden olur (Açığa çıkan enerji kızılötesi ışınım biçimine
    dönüşür). Büzülen gaz bulutunun yoğunluğu artar. Dönen bir bulutta
    merkez etrafında Güneş sistemi boyutlarında bir gaz ve toz diski
    oluşabilir. Sonuçta kaçınılmaz olarak merkezdeki sıcaklık 10 milyon
    dereceyi bulur. Bu sıcaklıkta nükleer tepkimeler başlar ve bulut bir
    yıldıza dönüşür.

    Samanyolu
    Şehir ışıklarından uzakta Ay'ın
    olmadığı açık bir gecede, gökyüzünü bir baştan öbür başa kuşatan puslu,
    parlak bir şeriti sık sık görebiliriz. Eski insanlar bunu sütyolu
    "Milkway" olarak isimlendirmişlerdir. Bugün, bu puslu şeritin Güneşin
    de içinde bulunduğu birkaç yüz milyon yıldızı içeren, disk şeklinde bir
    görünüm olduğunu biliyoruz.



    Bir teleskop ile
    Samanyolunu inceleyen ilk astronom Galileo, Samanyolunun sayısız
    yıldızlardan ibaret olduğunu keşfetti. 1780`li yıllarda William Herchel
    gökyüzünün 683 bölgeye ayırıp, bu bölgelerin her birindeki yıldızları
    sayarak Güneş'in Galaksideki yerini çıkarmaya çalıştı. Hershel,
    Galaksinin merkezine doğru yıldızların sayıca, büyük yoğunlukta
    olduğunu daha küçük yıldız yoğunluklarının ise Galaksinin sınırına
    doğru görüleceğini düşündü. Fakat, tüm Samanyolu boyunca kabaca, aynı
    yıldız yoğunlukları buldu. Buradan hareket ederek, Güneş'in
    Galaksimizin merkezinde bulunduğunu ortaya çıkardı. 1920` li yıllarda
    Hollandalı Astronom Kapteyn, çok sayıdaki yıldızların parlaklığını ve
    hareketlerini analiz ederek, Herschel`in görüşlerini doğruladı.
    Kapteyn`e göre Samanyolu yaklaşık 10 kpc (kiloparsek) çapında ve 2 kpc
    kalınlığında olup merkezi civarında Güneş bulunmaktadır. Hem Herschel
    hem de Kapteyn Güneş'in Galaksimizin merkezinde olduğu fikrinde
    yanıldılar. Trumpler, yıldız kümeleri ile ilgili çalışmalarında uzak
    kümelerin beklenildiğinden daha sönük göründüklerini keşfetti. Sonuç
    olarak, Trumpler yıldızlar arası uzayın mükemmel bir vakum olmadığını
    uzak yıldızlardan gelen ışığı absorblayan, toz ortamın olduğu sonucunu
    çıkardı. Bu toz partikülleri Galaksi düzleminde yoğunlaşmıştır.Yıldız
    ışığının, yıldızlararası ortam tarafından absorblanması sönükleşme
    olarak bilinir. Galaksi düzleminde yıldızlararası sönükleşme kiloparsek
    başına 2.5 kadirdir. Bir başka ifade ile, Dünya'dan 1 kpc uzakta,
    Samanyolunundaki bir yıldız yıldızlararası sönükleşmeden dolayı 2.5 kez
    daha sönük görülür. Galaksi merkezinde olduğu gibi yoğun yıldızlararası
    bulutların bulunduğu bölgelerde sönükleşme derecesi büyüktür. Gerçekte,
    görünür dalga boylarında Galaksimizin merkezi bir bütün olarak
    görülemez. Herschel ve Kapteyni yanıltanda bu yıldızlararası sönükleşme
    idi. Sadece Galaksimizdeki en yakın yıldızları gözlemişlerdi. Üstelik
    yıldızların çok büyük bir kısmının Galaksimizin merkezinde bulunduğu
    fikrine sahip değillerdi. Yıldızlararası toz Galaksimizin düzleminde
    yoğunlaştığından dolayı, yıldızlararası sönükleşme buralarda daha
    çoktur. Shapley'in öncülüğünü yapmış olduğu, pek çok Astronom, Güneş'in
    Galaksi merkezinden olan uzaklığını ölçmeye giriştiler. Shapley, bugün
    için kabul edilen 28,000 ışık yılı bir uzaklığın yaklaşık üç katı kadar
    bir uzaklık hesapladı. Galaksi merkezi etrafında, su mazerleri ihtiva
    eden gaz bulutlarından elde edilen radyo gözlemlerine dayanan son
    hesaplara göre ise yaklaşık 23,000 ışık yılı bir uzaklık bulunmuştur.
    Galaksi merkezine olan uzaklık, diğer özelliklerin tespit
    edilebilmesinde bir ölçüdür. Galaksimizin disk kısmı 80,000 ışık yılı
    çapında 2,000 ışık yılı kalınlığındadır. Galaksimizin çekirdeği,
    yaklaşık 15,000 ışık yılı çapında olan merkezsel bulge (şişkin bölge)
    ile çevrilmiştir. Bu şişkin bölgenin şekli küreseldir

    Bugün
    için, Galaksimize ait altı tane bileşenden söz edilmektedir. Bunlar;
    İnce Disk, Kalın Disk, Halo, Şişkin Bölge, Karanlık Halo ve
    Yıldızlararası ortamdır. Karanlık halo ve yıldızlararası ortamın
    dışında bu bileşenlerde farklı türden yıldızlar bulunmaktadır. Halodaki
    yıldızlar, yaşlı ve metal bakımından fakirdir. Astronomlar bu
    yıldızları popülasyon II yıldızları olarak adlandırırlar. Halo çok az
    toz ve gaz ihtiva eder. Küresel kümeler ve RR Lyrae değişen yıldızları
    bu bileşende bulunmaktadır.

    Diskte bulunan yıldızlar ise,
    Güneş gibi genç ve metal bakımından zengin yıldızlardır. Bunlara
    popülasyon I yıldızları denir. Disk bileşeninde, çok miktarda gaz ve
    toz bulunur. Açık kümeler, emisyon nebulaları bu bileşenlerde bulunur.


    Galaksimizin
    diskinin mavimtrak olduğu anlaşılmıştır. Çünkü, diskten gelen ışıkta
    genç ve sıcak yıldızların radyasyonu hakimdir. Merkezdeki şişkin bölge
    popülasyon I ve popülasyon II yıldızlarının bir karışımını
    içermektedir. Bu bölge kırmızımtrak görülür. Nedeni ise, Galaksimizin
    bu bölgesinde daha soğuk kırmızı dev yıldızları bulunmaktadır.
    Galaksimizin düzleminde yıldızlararası toz, yıldızlardan gelen ışığı
    absorbladığı için Galaksimizin disk kısmının yapısının anlaşılması,
    radyo astronominin gelişmesine kadar beklemiştir.

    Radyo
    dalgaları, uzun dalga boylu oldukları için yıldızlararası ortamda
    absorblanmaya ve saçılmaya uğramadan bize kadar ulaşabilirler. Radyo ve
    optik gözlemler, Galaksimizin gaz ve tozdan ibaret spiral şekilli
    kollara sahip olduğunu ortaya çıkardı. Hidrojen evrende en bol bulunan
    elementtir. Hidrojen gazı gözlemlerinden Galaksimizin disk yapısı
    hakkında önemli ipuçları tespit edilmiştir. Hidrojen atomu, bir proton
    ve bir de elektrondan meydana gelir. Hidrojen atomu nötr halde yani
    elektronu temel seviyede iken, elektron ile aynı yönde (paralel) veya
    ters yönde (anti paralel) dönebilir. Proton ve elektron birbirine göre
    paralel döndüğü zaman ortamın toplam enerjisi, proton ve elektronun
    anti paralel döndükleri zaman ki toplam enerjisinden daha büyüktür.
    Protona göre paralel dönme hareketinde bulunan elektrona herhangi bir
    etkide bulunulursa, dönme yönü değişir. O zaman atomun toplam
    enerjisinde bir azalma meydana gelir. İşte bu sırada 21 cm dalga
    boyunda bir ışınım yayınlanır

    1951 de Harvard da Astronomlar
    yıldızlararası ortamdaki 21 cm lik bu radyo ışınımını tespit ettiler.
    Galaksimizin farklı bölgelerindeki gazlardan gelen radyo ışınımları
    farklı dalga boyları ile radyo teleskoplara ulaştığından, değişik gaz
    bulutlarını seçip ayırmak ve böylelikle Galaksimizin bir haritasını
    çıkartmak mümkündür. Galaksimizin 21 cm lik radyo gözlemlerinden,
    nötral hidrojen gazından itibaren, birçok yay biçiminde kollar
    çıkarılmıştır. Galaksimizin spiral yapısına ait en önemli ipuçları O ,
    B yıldızları ve H II bölgelerinin haritalanmasından elde edilmiştir.
    Ayrıca, karbon monoksit (CO) ihtiva eden molekül bulutlarındaki radyo
    gözlemleri, Galaksimizin uzak bölgelerinin haritasını çıkartmak için
    kullanılmıştır.

    Bütün bu gözlemler, Galaksimizin spiral bir
    kola sahip olduğunu göstermektedir. Güneş, Orion kolu olarak
    isimlendirilen spiral kollardan birinde bulunmaktadır. Sagittarius
    kolu, galaksi merkezi doğrultusunda bir yerdedir. Bu kol, yaz aylarında
    Samanyolunun Scorpius ve Sagittarus boyunca uzanan kısmına bakıldığında
    görülebilir. Kış aylarında ise Perseus kolu görülebilir. İki büyük
    koldan diğer ikisi ise Centaurus ve Cygnus koludur.

    Spiral
    kollar, Galaksinin döndüğünü akla getirmektedir. Galaksimiz dönmese
    idi, bütün yıldızlar Galaksimizin merkezine düşerdi. Galaksimizin
    dönmesini hesap etmek zor bir iştir. Hidrojen gazından yayınlanan 21cm
    lik radyo gözlemleri, Galaksinin dönmesi hakkında önemli ipuçları
    sağlar. Bu gözlemler, Galaksimizin katı bir cisim gibi dönmediğini
    oldukça diferansiyel olarak döndüğünü açık olarak göstermektedir.
    İsveçli Astronom Lindblad, Galaksi merkezi etrafında yörüngesi boyunca
    Güneş'in hızının 250 km/sn olduğunu çıkarttı. Güneş bu hız ile
    Galaksimizin etrafını ancak 200 milyon yılda dolanabilir. Bu da
    Galaksimizin ne kadar büyüklükte olduğunu gösterir. Güneş'in
    Galaksimizin etrafındaki yörüngesini bilirsek, Galaksimizin kütlesini
    Keplerin üçüncü kanunundan hesaplayabiliriz.



    Buradan
    Galaksimizin kütlesinin, Güneş'in kütlesinin 1.1x1011 katı olduğu
    bulunmuştur. Bu kütle çok küçüktür. Çünkü Kepler kanunu, bize sadece
    Güneş'in yörüngesi içersindeki kütlesini verir. Güneş'in yörüngesinin
    dışarısındaki madde, Güneş'in hareketinin etkilemez ve böylelikle
    Keplerin üçüncü kanununa yansımaz. Bugün, hala Galaksimizin gerçek
    sınırı tespit edilemedi mutlaka şaşırtıcı bir madde miktarı, Galaksinin
    halosunun çok ötesinde uzanan küresel dağılım halinde Galaksimizi
    kuşatmalı. Bu maddeden dolayı, Galaksinin toplam kütlesi en azından
    Güneş kütlesinin 6 x 1011 katı veya daha fazla olabilir. Galaksimizin
    halosunun ötesindeki bu madde çok karanlıktır. Bunun için bu bölgeye
    "Karanlık Madde" adı verilir. Bu bölgede yıldız yoktur, ve varlığı
    çekim kuvvetinin varlığından anlaşılmaktadır.
    Terimler:

    Işık
    yılı : Astronomi biliminde kullanılan, ışığın boşlukta bir yılda kat
    ettiği uzaklığa eşdeğer, yaklaşık 10 trilyon kilometreye eşit uzaklık
    birimi.

    Asteroit : Boyutları 1 000 kilometreyi aşmayan küçük gezegen.

    Yıldız
    : Çekirdeğinde termonükleer tepkimeler gerçekleşen, çok sıcak gazlardan
    oluşan ve ışık yayan, yaklaşık olarak küresel gök cismi.

    Gökada : Tutarlılığı çekim gücüyle sağlanan, çok büyük, yıldızlar ve yıldızlar arası maddeler
    kümesi.

    Bulutsu (nebula) : Yıldızlar arası ortamın gaz ve toz bulutu.

    Paralaks
    : Ele alınan belirli bir gökcisminin Dünya'ya olan uzaklığına eşit bir
    Question uzaklığın, bu gökcisminden hangi açı altında görüleceğini belirten
    açısal birim.

    Parsek : Astronomide kullanılan ve paralaksı 1 olan bir gökcisminin uzaklığına denk düşen
    uzaklık birimi (simgesi:pc). (Parsek, 3,26 ışık yılına eşdeğerdir.)

    Gezegen : Bir yıldızın, özellikle Güneş'in çevresinde dönen, kendiliğinden ışık saçmayan gök cismi.

    Uydu : Kütlesi daha büyük bir gökcisminin, özellikle bir gezegenin çevresinde dönen gökcismi.

    Güneş Sistemi : Güneş'in baskın bir çekim uyguladığı Gökada bölgesi; bu bölgede yer alan çeşitli gökcisimlerinin tümü.

    Astronomi Birimi : Astronomide kullanılan ve Dünya yörüngesinin ortalama yarıçapına,
    yani 149 597 870 kilometreye eşit uzaklık birimi (simgesi:ab).

    Samanyolu : Tam bir gökküre turu yapan ve kendine özgü görünümü, büyük bir yıldız ve
    yıldızlar arası madde birikimiyle açıklanan, çevresel biçimi düzensiz, beyazımsı kuşak.

      Forum Saati Cuma Kas. 22, 2024 7:37 pm