fan-sitem

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
fan-sitem

    divan edibayatı

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 460
    rep :
    divan edibayatı Left_bar_bleue999 / 100999 / 100divan edibayatı Right_bar_bleue

    Kayıt tarihi : 29/11/08

    divan edibayatı Empty divan edibayatı

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 10, 2008 4:36 pm

    Divan edebiyatı, Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra meydana gelen
    yazılı edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatı etkisi altında gelişmiştir.
    Bu etki, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçeye girmesinin yanı sıra, bu
    dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Bu
    edebiyata Divan edebiyatı denmesinin sebebi, şairlerin şiirlerini divan
    denen el yazması kitaplarda toplamış olmalarıdır.


    Divan Edebiyatının Tarihi Gelişimi



    Divan
    edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda verilmiştir. Bu edebiyatın ilk
    ürünlerini veren Mevlana Celaleddini Rumi bütün yapıtlarını Farsça
    yazdı. Aynı yüzyılın bir başka büyük şairi Hoca Dehhani’ydi.
    Horasan’dan gelip Konya’ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair
    Firdevsi’nin etkisinde şiirler kaleme aldı. 14. yüzyılda Konya, Niğde,
    Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür
    merkezlerinde şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini
    verdiler. Bunların çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve
    dinsel yapıtlardı. Bu arada İran edebiyatının konuları da Türk
    edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin’in
    1350′de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa’nın 1387′de
    yazdığı Hurşidname, Süleyman Çelebi’nin (1351–1422) Vesiletü’n-Necât
    başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran
    edebiyatının etkisiyle yazılmıştır. Divan edebiyatı, özellikle şiir
    alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı. Bâkî ve Fuzuli Divan
    şiirinin en iyi örneklerini verdiler. 17. yüzyıla girildiğinde Divan
    edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildi.
    Şairler, şiirlerinde “fahriye” denen ve kendilerini övdükleri
    bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardı. Öğretici şiirleriyle
    tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef’i bu yüzyılın ünlü
    şairleriydi. Divan edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim’in ve
    Şeyh Galib’in ardından, 18. yüzyılda bir duraklama dönemine girdi. Daha
    sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit ettiler ve özgün yapıtlar
    ortaya koyamadılar. 19. yüzyılda Divan edebiyatı artık gözden düşmüş ve
    eleştiri konusu olmuştu. İlk eleştiriyi getiren Namık Kemal’di.
    Tanzimat’la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler,
    konular denenmeye başlandı. Divan edebiyatı böylece önemini yitirmekle
    birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı,
    Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar.


    Divan Edebiyatında Dil ve Üslup



    İslam
    dininin benimsenmesinden sonra, Kuran’ın Arapça olmasından dolayı pek
    çok toplumun kültür dili değişime uğradı. İranlılar 9. yüzyılda
    edebiyat ürünlerini, Yeni Farsça diye adlandırılan bir dille vermeye
    başladılar. İran edebiyatının bu ürünlerinden Türk edebiyatı büyük
    ölçüde etkilendi. Öte yandan Anadolu’da kurulan Türk devletleri, resmi
    yazışma dili olarak Arapça ve Farsçayı kullandılar. Bu durum edebiyat
    dilinin değişmesine de sebep oldu. Özellikle saray çevresindeki şairler
    ve yazarlar, yapıtlarını Arapça ve Farsça yazmaya başladılar. Arapça ve
    Farsça sözcükler zamanla Türkçeye de yerleşti. Osmanlı Devleti
    döneminde bu üç dilin karışımıyla Osmanlıca denen bir dil ortaya çıktı.
    Divan edebiyatının dili de Osmanlı Türkçesiydi.


    Divan Edebiyatında Nazım



    Nazımın
    sözlük anlamı “sıra”, “düzen” demektir. Ama Divan edebiyatında nazım
    dendiğinde şiir akla gelir. Divan edebiyatı, daha çok şiir türünde
    örnekler içerir ve düzyazı ürünler azdır. Divan şiiri, kurallarını Arap
    ve İran edebiyatından alan aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Divan şiirinde
    daha çok Kur’an, Hz. Muhammed’in sözleri olan hadisler, peygamber ve
    kutsal kişilere ilişkin öyküler, tasavvufun ortaya attığı sorular, ünlü
    bir İran efsanesini konu alan Şehname gibi konular işlenmiştir. Bu
    şiirlerde Türk kültürüne ilişkin ögelerden de yararlanılmıştır. Divan
    şairi bu konuları, aruz ölçüleri içinde ve çok yaygın biçimiyle
    beyitlerle yazmıştır. Tek satırdan oluşan dize ya da mısra, genelde
    şiirin en küçük birimidir. Divan şiirinde ise en küçük birim beyittir.
    Sözcük olarak beyit “ev” anlamına gelir. Mısra da, çift kanatlı bir
    kapının kanatlarından her birine verilen addır.


    Divan Şiirimizde Aruz Ölçüsü



    Divan
    şiirinde kullanılan ölçü “aruz”dur. Aruz ölçüsünde açık ve kapalı
    heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde
    sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak
    zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline
    dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed
    kullanmıştır. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese
    kültürü ile yetişen şairlerin Farsçayı edebiyat dili olarak
    benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesine vesile olmuştur.


    Divan Şiirinde Nazım Biçimleri



    Ölçüsü
    ve uyağı olan söz ya da yazıya “manzum” ya da “manzume” denir. Şiirde
    dize sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, uyak yapısı gibi dış
    özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur. Divan şiirinde pek çok
    nazım biçimi vardır, ama birkaçı daha yaygın olarak kullanılmıştır.


    Biçimlerine
    Göre: Uyak, beyit, mısra, bend, mesnevî, kasîde, gazel, rubaî,
    musammat, terkib-i bend, müsemmem, tuyuğ, tahmis, tardiye, taşdir,
    tesdis, teşbiye, taşir, tezmin, muaşşer, muhammes, murabba, müseddes,
    müstezat, şarkı


    Konularına Göre:

    Din dışı: Bahariye,
    Cevreviye, Fahriye, Mersiye, Mehdiye, Gazavatnâme, Sahilnâme, Sakînâme,
    Kıyafetnâme, Surnâme, Hamamnâme, Şehrengiz, Hicviye, Hezliyat, Tarih
    Düşürme, Muamma, Lûgaz, Dariye, Rahşiye


    Dinî: Tevhid, Münacat, Na’at, Makte’l-İ Hüseyin, Miraciye, Hilye, Mevlid, Kırk Hadis, Menkıbe, Kıssa


    Divan Şiirinde Konular ve Divan Şiirinin Özellikleri



    Divan
    şiiri, döneminin zevklerini, sanat anlayışını, inançlarını, hayata
    bakışlarını ve bilgilerini yansıtır. Ne var ki, Divan şairinin gerçek
    yaşamı anlattığına pek rastlanmaz. Kendisini sürekli acı çeken bir âşık
    olarak anlatan Divan şairi, sevgilisini ay gibi yuvarlak yüzlü bir
    güzel olarak betimler. Sevgili hem ay, hem de güneştir. Divan şiirinde
    kullanılan benzetmelerde sevgilinin boyu mızrak gibi uzun ve düz,
    saçları sümbül, yanakları lale ya da gül, gözleri nergis, kaşları yay,
    kirpikleri ok, dişleri inci, çene çukuru kuyudur. Sevgilinin beli
    kıldan incedir, dudağı ölümsüzlük suyu (ab-ı hayat) gibidir. Böyle
    betimlenen sevgilinin âşığının (yani şairin) gözyaşı Nil ya da Fırat
    ırmakları gibi akar. Âşığın bir yandan rakibi, bir yandan da acı
    çektiren sevgilisi vardır ve bu nedenle başı belâdan hiç kurtulmaz.
    Divan şiirinde bütün şairlerin kullandığı bu tür benzetmelere “mazmun”
    denir. Bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı biçimde kullananlar iyi
    şair sayılırdı.


    Divan şirinde yaygın işlenen konulardan biri
    de doğadır. Ama doğa, şairin hünerini göstermesi için bir araçtır.
    Çünkü şair, doğayı kendisinin gördüğü gibi değil, önceki usta şairlerin
    gözüyle yansıtır. Doğa, daha çok kasidelerin ve mesnevilerin konusu
    olmuştur. Bahar ve kış mevsimleri o kadar çok işlenmiştir ki, bu iki
    mevsimi anlatan şiirlere ayrı adlar bile verilmiştir. Baharı anlatan
    şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denmiştir. Bahar, şair
    için sevinç kaynağıdır. Bahar için yapılan benzetmelerden biri
    sultandır. Örneğin bahar sultanı ordusunu toplar, kış sultanına hücum
    ederek onu yener. Bâkî’nin “Bahar Kasidesi”, en güzel bahariye
    örneğidir. Bahar tasvir edilirken gül, bülbül, lale, sümbül, çimen gibi
    sözcüklere sıkça başvurulmuştur. Divan şairine göre bahar yaşam ve
    canlılığın kaynağıdır. Kış ise can sıkıcı ve bunaltıcıdır; zalim bir
    padişaha benzetilir. Divan şiirinde işlendiği biçimiyle doğa belli
    öğelerle sınırlı kalmıştı. Örneğin orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi
    öğeler Divan şiirinde hemen hiç kullanılmamıştır. Divan şiirinde
    kayıklar vardır, ama deniz yoktur. Divan şiirinde bilinçli olarak
    hayali bir dünya yaratılmıştır.


    Divan Şiirinin Söz Sanatları



    Divan
    şairinin iyi şair olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi
    gerekirdi. Şairin söz sanatlarındaki ustalığı şiirinin değerini
    artırırdı. Bu nedenle şairler, hüsn-i ta’lil ve teşbih sanatına sıkça
    başvurmuşlardır. Hüsn-i ta’lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel
    biçimde açıklama ve anlamlandırma sanatıdır. Benzetme de denen teşbih
    ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir
    oluşa, bir varlığa benzetmektir. Divan şairi için benzetilenler, daha
    doğrusu neyin neye benzetileceği belliydi ve kalıplaşmıştı. Bu amaçla
    hazırlanmış listeler bile vardı. Yeni bir şiirin benzetme yönü
    farklıysa, o değerli bir şiir olarak nitelendirilirdi. Ama asıl yenilik
    hüsn-i ta’lil sanatıyla ortaya koyulurdu. Böylece şair bir sözcüğe ya
    da deyime, kullandığı dili çok iyi bilmesi oranında artan anlamlar
    yüklenmiş oluyordu.


    Başlıca söz sanatları şunlardır: Teşbih,
    Mecaz, Mecaz-I Mürsel, Telmih, Tecahü’l-İ Arif, İstiare, Hüsn-İ Ta’lil,
    Leff Ü Neşr, Kinaye, Tariz, Teşhis, İntak



    Divan Edebiyatında Nesir ( Mensur )



    Divan
    edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı
    ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk
    kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu
    türde yazılmış eserlerdir.


    Süslü düzyazıda (nesirde) hüner
    ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi
    görmüş, Osmanlıcayı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun
    cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en
    belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok
    ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk örneğini, 16.
    yüzyılda Âşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih
    Efendi’ye gelene kadar sürmüştür.


    Orta düzyazı (nesir) ise,
    divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir
    türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve
    marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş
    olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitapları bu türde
    (orta nesirle) yazılmıştır.


    Din Dışı Yazı Türleri: Tezkire, Tarih, Seyahatnâme, Sefaretnâme, Siyasetnâme, Münazara, Münşeat

      Forum Saati Cuma Kas. 22, 2024 7:27 pm