fan-sitem

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
fan-sitem

    devlet nedir?::::)

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 460
    rep :
    devlet nedir?::::) Left_bar_bleue999 / 100999 / 100devlet nedir?::::) Right_bar_bleue

    Kayıt tarihi : 29/11/08

    devlet nedir?::::) Empty devlet nedir?::::)

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 10, 2008 4:41 pm

    Devlet Nedir?


    Devlet, ortak bir hayatı ve kültürü paylaşan
    bir toplumda, bu toplumu düzenleme, bu topluma güvenlik, refah ve huzur
    sağlama amacını güden ve bu amaca yönelik olarak kanun koyma, bu
    kanunları uygulama, yargılama, cezalandırma gibi güçlere sahip olan
    kurumdur.

    Devlet kurumu, tarihin bilinen en eski
    toplumlarından bu yana hep var olmuştur. Marksistler, ortaya attıkları
    hayali "kültürel evrim" senaryosu içinde, devletin sonradan ortaya
    çıkan bir mekanizma olduğunu iddia ederler. İlk toplumlarda devlet ya
    da benzeri bir otorite olmadığını, "komünal" bir hayat sürdürüldüğünü
    öne sürerler. Oysa tarihsel ya da arkeolojik hiçbir bulgu bu iddiayı
    doğrulamamaktadır. Aksine, hakkında bilgi sahibi olabildiğimiz en eski
    medeniyetlerin hepsinde, güçlü devlet mekanizmaları bulunduğu ortaya
    çıkmıştır. Bu nedenle devlet kurumunun insanlık tarihi ile yaşıt
    olduğunu söylemek mümkündür.

    Bu aslında insanın yaratılışının
    doğal bir sonucudur. İnsan yaratılışı gereği, "doğru" ve "yanlış"
    kavramlarına sahiptir. Doğruyu öğrenmek ve bu doğruya uygun bir düzen
    içinde yaşamak ister. Yanlışı uygulayanların ise durdurulmasını,
    engellenmesini arzu eder. İşte bu nedenledir ki, insanlara doğruyu
    öğreten birtakım kurallar koyacak ve bu kurallara uyulmasını sağlayacak
    bir otoritenin varlığı zorunludur.


    Nitekim insan
    toplumlarının yapısı düşünüldüğünde, devletin vazgeçilmez bir önemi
    olduğu kolaylıkla görülür. Bir toplumda asayiş ve güvenliği
    sağlayabilecek, zararlı davranışları kanunla yasaklayabilecek, bu
    kanunlara da uyulmasını mecbur kılacak yegane güç, devlettir. Buna
    parelel olarak, günümüzdeki toplumların vazgeçilmez ihtiyaçları olan
    sağlık, eğitim, milli güvenlik, altyapı gibi hizmetlerin de sadece
    devlet tarafından karşılanabileceği açıktır.
    Bu noktaları detaylı olarak inceleyeceğiz. Bu incelemeye de, öncelikle devletin varlığına karşı çıkan en
    önemli siyasi ideoloji olan anarşizmin çarpıklıklarına bakarak başlayalım.

    Anarşizm Yanılgısı
    Anarşizm,
    sol idelojilerin en marjinali olarak kabul edilir. Terim, "başsızlık"
    anlamı taşıyan Yunanca bir kelimeden gelir. Bu ideolojinin bağlıları,
    devletin topluma zarar veren bir kurum olduğunu iddia etmiş ve
    insanların özgürlük ve barışa ulaşabilmesi için devletin ortadan
    kaldırılması gerektiğini savunmuşlardır. Devletle beraber dine karşı da
    tavır almışlar ve dinin yok edilmesine çalışmışlardır. Fransız
    Devrimi'nin ardından ortaya çıkan bu ideoloji özellikle 19. yüzyılda
    yaygınlık kazanmış, Rusya'daki Bolşevik Devrimi'nin (1917)
    hazırlanmasında da rol oynamıştır.

    Öncelikle anarşizmin
    tamamen hayali ve gerçeklerden uzak bir düşünce olduğuna dikkat etmek
    gerekir. Çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir zaman bu ideoloji
    uygulanmamıştır. Hiçbir zaman bir devletin lağvedilmesi ve anarşist bir
    toplum kurulması gibi bir vakıa yaşanmamıştır. Sadece bazı kriz
    zamanlarında devletlerin otoritesi zayıflamış, bunun sonucunda ise
    topluma barış ve huzur değil, aksine sadece kavga, çatışma ve yağma
    gelmiştir.

    Başka türlüsü de mümkün değildir. Çünkü devletin
    olmadığı bir ortamda, toplumun kendi kendini düzenleyerek asayiş ve
    istikrar oluşturması imkansızdır. Devletin olmadığı bir ortamda
    kanunlar da olmayacaktır. Dolayısıyla "suç" kavramı ortadan kalkacak ve
    herkes istediği fiili rahatlıkla yapabilecektir. Dileyen kişi bir
    başkasının malına ya da canına kast ettiğinde, bu suçu "suç" olarak
    tanımlayacak ve engelleyecek bir otorite bulunmayacağı için, karşısında
    hiçbir engel de bulmayacaktır. Hırsızlar istedikleri malı çalacaklar,
    katiller diledikleri insanı öldürecekler ve onları durduracak bir polis
    ya da yargılayacak bir mahkeme olmayacaktır.

    Böyle bir toplum
    ise kaçınılmaz olarak orman kanunlarının hakim olduğu bir "sürü"ye
    dönüşecektir. İnsanların huzurlarının, mallarının, canlarının ve
    ırzlarının hiçbir güvencesinin kalmayacağı bu sürü, gerçekte bir "insan
    toplumu"ndan ziyade, hayvan topluluğu gibi yaşayacaktır. İlginç olan
    ise, bu sonucun anarşistlerin felsefelerine zaten birebir uyuyor
    olmasıdır. Çünkü anarşistler de aynen Marksistler gibi Darwin'in ortaya
    attığı "insanın evrimi" masalına inanmakta ve dolayısıyla insanı
    "gelişmiş bir hayvan türü" olarak kabul etmektedirler.

    Ancak
    tarih, anarşizmin tamamen yanlış bir felsefe olduğunu sayısız örnekle
    ispatlamaktadır. Anarşistler devletin ortadan kalkmasının barış ve
    huzur getireceğini öne sürmüşlerdir. Oysa siyasi tarihe bakıldığında,
    devlet otoritesinin ortadan kalktığı her dönemin son derece kanlı bir
    kaos ortamı olduğu görülür. Ortaçağ boyunca siyasi otoritenin ortadan
    kalktığı dönemler, hep yağma, talan ve katliam dönemleri olmuştur.
    Anarşizmin çıkış noktası sayılabilecek olan Fransız Devrimi, tarihin en
    kanlı siyasi hareketlerinden biridir. Fransız Devrimi'nde, özellikle de
    devrimin "Terör Dönemi" olarak bilinen evresinde, on binlerce insan
    idam edilmiş, devrimin Robespierre gibi en ateşli öncüleri de dahil
    olmak üzere çok sayıda insan giyotine gönderilmiştir. Devrimin ardından
    Fransa on beş yılı aşkın bir süre huzura kavuşamamıştır. Düzen ve
    emniyetin tekrar sağlanması ise, devrim döneminin sona ermesi ve
    Napoleon'un mutlak iktidarının kurulmasıyla, yani devletin yeniden
    tesisiyle mümkün olmuştur. Tarihin her döneminde tablo aynıdır. Devlet
    aleyhinde yapılan her türlü "devrim", devrimcilerin işe başlarken
    ortaya attıkları süslü sloganların aksine, mutlaka kan, acı ve gözyaşı
    getirmiştir.

    Anarşizmin çok büyük bir yanılgı olduğunu böylece
    belirttikten sonra, şimdi devletin gerekliliğini farklı yönlerden
    inceleyelim.
    Bolşevik Devrimi'nde Rusya


    Fransa'da devrimden sonra on beş yılı aşkın bir süre devam eden bir istikrarsızlık dönemi yaşanmıştır.
    Devlet ve Milli Savunma
    Üzerinde
    yaşadığımız dünyada, insanlar belirli topluluklara üyedirler. Bunların
    en temeli ailedir. Sonra, genelde çok daha zayıf olmak üzere, komşuluk,
    aşiret, hemşerilik, etnik köken gibi bağlar gelir. Ancak tüm bu
    kimliklerin, özellikle siyasi yönden en önemli olanı milli kimliktir.
    Bir diğer deyişle insanın hangi milletten olduğu sorusudur. Çünkü dünya
    üzerindeki siyasi otoriteler (devletler) millet esasına göre
    birbirlerinden ayrılırlar. Almanya Alman Milleti'nin ülkesidir. Fransa
    Fransızlar'ındır. Türkiye ise Türk Milleti'nin yurdudur.

    Dünya
    üzerindeki siyasi rekabet ve çatışmalar da yine millet esası üzerinde
    gelişir. Aynı durum siyasetin bir uzantısı sayılan savaş için de
    geçerlidir. Almanya, Alman Milleti'ni dünyaya hakim kılmak rüyasıyla
    II. Dünya Savaşı'nı başlatmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasındaki
    siyasi dengeler, iki milletin ulusal çıkarlarına göre şekillenmektedir.


    Dünyanın bu şekilde, yani ülkeler arası siyasi dengeler üzerine
    kurulu oluşu, her insanı da içinde yaşadığı ülkenin çıkarlarına göre
    düşünmeye mecbur kılar. Hiç kimse, "Tek önemli olan ben, şirketim ve
    ailemdir, gerisi önemli değil" diyemez, çünkü ailesinin ve kendisinin
    geleceği, içinde yaşadığı ülkenin geleceğine bağlıdır. Eğer düşman bir
    ülke kendi yaşadığı ülkeyi işgal ederse, kendisi, şirketi ve ailesi de
    bundan büyük zarar görecektir. O, içinde yaşadığı ülkenin bir ferdidir
    ve mutlaka ülkesinin gücüne ve bağımsızlığına taraftar olmak
    zorundadır.

    Devletin ne kadar zorunlu bir kurum olduğu da bu
    noktada açıkça ortaya çıkar. Çünkü bir ülkeyi ayakta tutacak olan
    yegane kurum devlettir. Ülkenin milli güvenliğinden sorumlu olan yegane
    otorite odur. Milli savunma için ordu oluşturan, bu orduyu ayakta tutan
    ve güçlendiren kurum devlettir. Elbette hiçbir özel sektör kuruluşu ya
    da sivil toplum örgütü kesinlikle böyle bir rol oynayamaz.

    İşte
    bu nedenle, bir ülkede yaşayan her birey, devletinin güçlenmesine ve
    yücelmesine taraftar olmak zorundadır. Devleti zayıflatacak bir hareket
    içine giriyorsa, kendisinin, ailesinin ve sevdiği diğer herkesin
    aleyhinde hareket ediyor demektir. Eğer bir başka devlete hizmet etmeyi
    hedefliyorsa, o zaman ismi "vatan haini" olur.

    Devlet ve Toplumsal Güvenlik
    Güçlü
    bir devletin varlığı, sadece milli savunma için değil, aynı zamanda
    ülkenin kendi içindeki güvenlik ve huzurun tesisi için de zorunludur.

    Anarşizm
    yanılgısından söz ederken, devletin zayıfladığı bir ortamda her türlü
    suçun kolaylıkla işlenebileceğini, çünkü "suç"u tanımlayacak ve
    engelleyecek bir otoritenin kalmayacağını söylemiştik. Bu konuyu biraz
    daha detaylandırabiliriz.


    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 460
    rep :
    devlet nedir?::::) Left_bar_bleue999 / 100999 / 100devlet nedir?::::) Right_bar_bleue

    Kayıt tarihi : 29/11/08

    devlet nedir?::::) Empty Geri: devlet nedir?::::)

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 10, 2008 4:41 pm

    deva mı:?
    Öncelikle devletin otoritesini
    yitirdiği ve bunun sonucunda emniyet teşkilatının ortadan kalktığı bir
    ortam düşünelim. Böyle bir ortam, suçluların her türlü suçu kolaylıkla
    işleyebilecekleri, dürüst vatandaşların ise her türlü tecavüzün hedefi
    haline gelecekleri korkunç bir toplum düzeni oluşturacaktır. Muhtemelen
    güvenlik için devlet yerine "özel sektör"e başvurulacak, yani mafyavari
    çeteler oluşacak ve vatandaşlar bunlara para ödeyerek güvenlik elde
    etmeye çalışacaklardır. Ancak bu mafyavari çetelerin başıbozuk ve suça
    eğilimli kişilerden oluşması kaçınılmazdır. Bir süre sonra bu kez bu
    örgütlenmeler vatandaşlara karşı tecavüzlerde bulunacaklar, bu
    çetelerin aralarında çatışmalar, iç hesaplaşmalar yaşanacaktır.

    Polis
    teşkilatının ortadan kalkması kadar vahim bir başka gelişme ise, adli
    sistemin çökmesidir. Devletin otoritesini yitirmesi durumunda
    mahkemeler de ortadan kalkacak, savcılar ve hakimler çalışmayacaktır.
    Böyle bir durumda toplumdaki hiçbir hukuki anlaşmazlık çözülemez.
    Adaletle hükmedecek ve bu hükmü uygulatacak bir mekanizma olmadığı
    için, her türlü haksızlık, hakka tecavüz ve suistimal kolaylıkla
    uygulanır hale gelir. Eğer yine "özel sektör" eliyle mahkemeler kurulsa
    bile, bunların yine mafyavari mekanizmalar olacağı, kendilerine daha
    çok para veren tarafı haklı çıkarmak için uğraşacakları açıktır. Çünkü
    özel sektörün temel amacı kar etmektir ve kendisine daha fazla kar
    sağlayan uygulamaya yönelmesi kaçınılmazdır.

    Sonuçta devlet
    otoritesinin zayıflamasının toplumsal güvenliği, düzeni ve huzuru
    tamamen yok edeceği açıktır. Böyle bir durumda ülke, içinde yaşanılmaz
    bir kaos ortamına girecektir.

    Devletin Toplumsal Hayattaki Kaçınılmaz Rolü
    Güçlü
    bir devlet, sadece güvenliğin değil, toplumun genel refahının
    sağlanması için de zorunludur. Buna örnek olarak iki alanı ele
    alabiliriz: Sağlık ve eğitim.

    Hastaların tedavisi işini
    üstlenen kurumlar, hastanelerdir. Bir toplumun sağlık sorununa çözüm
    bulunması için de mutlaka devlet hastahanelerinin var olması gerekir.
    Elbette günümüzde özel sektör tarafından açılmış çok sayıda hastahane
    de bulunmaktadır. Ancak bir noktaya dikkat etmek gerekir: Özel sektör
    her zaman için kar amacını güder. Dolayısıyla özel sektörün tüm bir
    toplumun sağlık sorununa çözüm getirmesi imkansızdır. Fakir insanlar
    hiçbir zaman özel hastahanelerden yararlanamazlar ve mutlaka devletin
    kurduğu ve kendilerine yardımda bulunacak hastahanelere ihtiyaç
    duyarlar. Dahası, aşı kampanyaları, toplu sağlık taramaları gibi
    toplumsal hizmetleri gerçekleştirecek olan yegane otorite de devlettir.
    Kar amaçlı hiçbir özel kurum, ilkokul çocuklarını salgın hastalıklardan
    korumak için yurt çapında aşı kampanyası düzenlemez ya da ülkenin ücra
    köşelerine sağlık hizmeti götürmez.

    Toplumun refahı ile ilgili
    ikinci önemli konu ise eğitimdir. Eğitim de yine sağlık gibi kısmen
    özel sektör tarafından üstlenilebilir, ama bu durumda yine özel
    sektörün kar talebini karşılayamayacak olan yoksul kesimler eğitim
    imkanından yoksun kalacaktır. Eğitimin tüm yurtçapında, büyük
    kentlerden uzak köylere kadar yayılması da yine ancak devlet sayesinde
    mümkün olur. Eğer devletin eğitim sistemi işlemese, özel sektör için
    karlı olmayan tüm yerleşim birimleri eğitim şanslarını yitirecektir.

    Devletin
    varlığı, eğitimin eşit ve standart olması için de zorunludur. Eğer
    eğitim devletin belirlediği standart bir müfredata göre şekillenmese ve
    tümüyle özel kişilerin denetiminde olsa, toplum kısa sürede kamplara
    ayrılabilir. Komünistler komünist ideolojiyi telkin eden okullar
    açabilir. Irkçılar, çocuklarını birer ırkçı olarak yetiştiren okullar
    kurabilir. Bu şekilde kısa zamanda toplum birbirine tümüyle yabancı ve
    düşman bireylerden oluşabilir. Toplumun birliğinin korunması ve
    birarada yaşamayı mümkün kılan ortak bir kültürün gelişmesi için,
    mutlaka devlet tarafından belirlenen standart bir eğitim
    uygulanmalıdır. Farklı kültürel gruplara ya da mesleki eğitim
    taleplerine özel okul statüleri tanınabilir, ama bu özel statü de yine
    müfredatın temel çizgilerine bağlı kalmalıdır.

    Kısacası bir
    toplumun eğitim ve sağlık gibi en temel gereksinimleri, ancak güçlü bir
    devletin müdahale ve kontrolü ile karşılanabilir.

    Devletin Ekonomik Hayattaki Kaçınılmaz Rolü
    19.
    yüzyıl, çok sayıda düşünürün masabaşında teoriler ürettiği bir dönemdi.
    Liberalizm ve Marksizm gibi iki farklı sosyal teori bu dönemde ortaya
    çıktı. Her iki teorinin de ortak özelliği, tecrübelere değil soyut
    fikirlere dayalı olmasıydı. 20. yüzyılda ise bu fikirler uygulamaya
    kondu ve ortaya birtakım somut tecrübeler çıktı.

    Marksizm'in
    bu tecrübeler sonucunda çökmüş olduğu açıktır. Devletin önce şiddet
    yoluyla ele geçirilmesini, sonra tüm ekonominin devlet kontrolüne
    alınmasını ve uzak bir gelecekte de devletin tümüyle lağvedilmesini
    savunan bu teorinin, gerçeklerle uyuşmayan ve son derece verimsiz bir
    ekonomik model ortaya koyduğu aşikardır. Sovyetler Birliği'nin merkezi
    planlamaya dayalı ekonomik modelinin çökmesi, mutlak devletçiliğin
    yanlış bir ekonomi politikası olduğunu ve ekonominin ancak özel
    sektörün rolüyle verimli hale geleceğini ortaya koymuştur.

    Ancak
    bu kadar dikkat çekmeyen bir diğer önemli gelişme, 20. yüzyıldaki
    tecrübelerin 19. yüzyıl liberalizmini de bazı yönlerden haksız
    çıkarmasıydı. 19. yüzyılda yaşamış liberal ekonomi savunucuları, 18.
    yüzyıldaki İngiliz iktisatçı Adam Smith'in yolunu izleyerek, "en iyi
    devlet, en az müdahale eden devlettir" demişlerdi. Devletin ekonomik
    hayata hiç müdahale etmemesini ve tüm ekonominin özel girişimin
    denetiminde olması gerektiğini savunmuşlardı.

    Devletin tümüyle
    dışlandığı bu ekonomi modeli 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ilk
    çeyreğine kadar başta ABD olmak üzere çoğu Batı ülkesinde kabul gördü.
    Ancak 1929 yılında patlak veren ve "Büyük Buhran" olarak bilinen dev
    ekonomik kriz, bu modelin yanlışlığını gözler önüne serdi. Büyük
    Buhran, New York borsasında başgösteren ve sonra da oradan tüm dünyaya
    yayılan bir panikle doğmuştu. Dünya ekonomisini yıllar yılı kitleyen bu
    kriz, dünya ticaret hacminin büyük ölçüde daralmasına, toplumların
    gelir ve refah seviyelerinin düşmesine, milyonlarca insanın işsiz
    kalmasına neden oldu.

    Büyük Buhran'ın ortaya koyduğu en önemli
    sonuçlardan biri, devletin tümüyle ekonominin dışına itilmesinin son
    derece zararlı bir uygulama olduğuydu. Nitekim Büyük Buhran'ın ardından
    gelişen "Keynes Modeli" ekonomik sistem, devletin gerekli durumlarda
    ekonomiye müdahale etmesi, kimi zaman da yatırımlarla ekonomiyi
    yönlendirmesi gerektiğini kabul etti. Çoğu devlet de Keynes Modeli'ni
    uygulayarak Büyük Buhran'ın tahribatını düzeltebildi.

    Bugün
    için de geçerli olan ekonomik model, özel sektörün lokomotif görevi
    gördüğü, ama devletin denetimi ve yönlendirmesi ile işleyecek bir
    ekonomik modeldir. Devletin başta altyapı yatırımları olmak üzere
    ekonominin bazı alanlarına el atması zorunludur. Ayrıca özel sektör
    için karlı olmayan, ama toplumun genel refahı açısından gerekli olan
    bazı hizmetlerin yerine getirilmesi için de yine devletin müdahalesi
    zorunludur. (Örneğin posta hizmeti dünyanın hiçbir ülkesinde karlı
    değildir, ama toplumun yararı için devlet tarafından yürütülür.) Aynı
    şekilde bir ülkenin stratejik güvenliğini ilgilendiren ekonomik
    meselelerin de devlet tarafından düzenlenmesi gerekmektedir.


    1929
    yılında yaşanan ve "Büyük Buhran" adı verilen ekonomik kriz, tüm
    dünyaya devletin dışlandığı ekonomik modelin yanlışlığını anlatmaya
    yetmiştir.
    1929 Bunalımı, dünya ticaretinin gerilemesine,
    toplumların gelir ve refah seviyelerinin düşmesine neden olmuş ve
    milyonlarca insanı işsiz bırakmıştır. Yandaki resimde, o dönemde iş
    bulmak için kuyrukta bekleyen insanlar görülmektedir.


    Özetle,
    bir ülkenin refahı için ekonominin devlet tarafından denetlenmesi,
    yasalarla düzenlenmesi, kimi zaman da doğrudan devletin müdahalesi ile
    yönlendirilmesi zorunludur. Devletin bunları yapabilmesi için de
    elbette güçlü olması gerekmektedir.

    Sonuç
    Baştan beri
    incelediğimiz konular, bir toplumun güvenli, huzurlu, müreffeh bir
    hayat sürebilmesi için, mutlaka güçlü bir devletin koruması ve denetimi
    altında yaşaması gerektiğini göstermektedir. Devletin ortadan
    kaldırılmasını savunan anarşizm çok büyük bir yanılgıdır. "En iyi
    devlet, en az yöneten devlettir" diyen 19. yüzyıl liberalizmi de
    yanılmıştır ve devlet müdahalesinin gerekliliğini kavrayamamıştır.

    Devletin
    tümden lağvedilmesi bir yana, devlet otoritesindeki en küçük zayıflama
    bile bir toplumu büyük sorunlarla karşı karşıya bırakır. Devlet
    otoritesindeki en küçük bir boşluk, bu boşluğun birtakım gayrı meşru
    yapılanmalar tarafından doldurulmasıyla sonuçlanacaktır. Bundan da tüm
    bireyler zarar görecektir. Zayıf bir devlet, toplumun içindeki bazı
    çıkar çevrelerinin etkisi altında kalacak ve yine toplumun geneli
    bundan zarar görecektir.

    Dolayısıyla bir toplumun içindeki her
    bireyin, güçlü bir devlet mekanizmasına taraftar olması gerekir.
    Devletin güçlenmesi için çaba harcaması, devletin zayıflamasına yönelik
    eylemlere karşı da tavır alması gerekir. Kısacası devletine sahip
    çıkması gerekir

      Forum Saati Cuma Kas. 22, 2024 8:08 am