Arkeolojinin Halkbilimi ile İlişkisi
Kültürler doğar, gelişir
ve kaybolur. Bazısı yiter gider bazısı ise kalır ama varolan kültürler
hep bir gelişim içerisindedir. Toplum içindeki siyasi, kültürel,
bilimsel olaylar, değişimler, gelişmeler ve evrimler üstüste binerek
kültürü oluşturur. Bir kültürün o anki durumunu anlamak için onun
geçmişini de bilmek gerekir. Halkbilimi bilindiği üzere bir ülke ya da
belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki kültürel
ürünleri konu edinen, bunları kendine özgü yöntemleriyle derleyen,
sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan ve son aşamada da bir birleşime
vardırmayı amaçlayan bir bilimdir. Dolayısıyla halkbilimi bir toplumu
her yönden inceler. Neredeyse tüm bilimlerdeki gelişmelerin sonuçları
halkbiliminde toplanır ve halkbilimi bunları kendine göre sentezler.
Sonuçta sadece o toplumun veya bölgenin bugünü ile değil geçmişi ile
de ilgilenir. Dolayısıyla iilgilendiği noktalardan biri de hiç kuşkusuz
o toplumun veya bölgenin tarihidir. Arkeoloji işte bu noktada devreye
girer. Daha önce belirtildiği gibi (bkz. Bölüm 1:Arkeolojinin Tanımı)
gerek yazılı gerekse de yazısız tarihin incelenmesinde halkbilimine
yardımcı olur.
Bir ulusun, bir halkın , bir yörenin ya da bir
etnik grubun yaşamıyla ilgili çeşitli yanlarını, adetlerini,
geleneklerini, göreneklerini, inanmalarını, becerilerini vb. yazıya
geçirmiş kimselerin yazma ya da basılı yapıtları, yazıya dökülmüş
anıları, gezi notları, gözlemleri izlenimleri yazılı kaynakları
oluşturur. Yakın tarihlerin yazılı kaynakları hiç şüphesiz çoğunlukla
tarih bilimi sayesinde kolaylıkla ulaşılabilecek kaynaklar haline
gelmişlerdir. Ama örneğin çok daha eski tarihlerdeki toplum yaşamıyla
şimdikini kaşılaştırmak istersek... Bu noktada arkeoloji yardımcı
olacaktır.
Şu an hala dünyanın değişik yerlerinde Cilalı Taş
Çağı'nı yaşamakta olan toplumların var olduğunu biliyoruz. Peki bu
toplumları çok daha eski çağlarda Cilalı Taş Çağı yaşayamış ve şu an
modern bir toplum statüsüne erişmiş toplumlarkla karşılaşmak
istersek... Bu noktada yine arkeoloji bize yardımcı olacaktır.
Örneğin
Konya yakınındaki Çatalhöyük yerleşmesinde Neolitik devire (M.Ö.8000 -
M.Ö. 4500) ait bulunan duvar resimlerinde ölen aile bireylerinin yine
aile bireyleri tarafından, cesedin kafasının kesilip, kanının bi kuyuya
akıtlıp, vücudun derisinin yüzülüp daha sonra akbabalara yedirildiği
ortaya çıkarılmıştır. Yapılan kazılarda o devire ait konutlarda bulunan
seki denilen oturma sıralarının altında gömülü kafataskarı ve insan
keimlerine rastlanmıştır. Burdan anlıyoruz ki cesetler tanrı olarak
saydıkları akbabalar tarafından etten arındırılıp sadece kemik haline
getiriliyor ve bu kemikler evin altına gömülüyordu. Böylece hem tanrıya
bir sunu yapılmış olunuyor hem de cesedin çürüyüp kokması önleniyordu.
Bu uygulamanın hala Budapeşte'nin bazı bölgelerinde uygulandığını
görüyoruz. Bu iki toplumun ilişkisini ve belki de tek toplumun evrimini
açıklamakta önemli bir gelişmedir. Belki iki toplum geçmiş zamanda
kültür alışverişinde bulunmuşlardı belki de Anadolu'dan Macaristan'a
doğru bir göç olmuştu. Sonuçta ikisi de halkbiliminin ilgi alanına
girer.
Bir başka örneğe bakarsak. İlk zamanlar yani neolitik
devir ve öncesinde insanlar tanrı olarak doğa kuvvetlerine taparlardı.
Ateş, su, ağaç vb. Bunlara kurbanlar verir ve kendi yöntemleriyle bu
tanrı dedikleri kuvvetleri hoşnut tutmak için çaba sarfederlerdi.
Bunlar karşılığında da onlardan bazı şeyler umarlardı. Örneğin yine
Çatalhöyük ve yine neolitik devirde içinde boğa başlarının bulunduğu ve
boğaların resmedildiği bir çok konut bulunmuştur. Bu diğer doğa
kuvvetleri gibi boğanın da kutsal olduğunu gösteriyor. Daha sonraları
tanrı anlayışı değişti ve bir çok toplumda çok tanrılı dinler oluşmaya
başladı. Bu dinlerde bir tanrılar alemi (pantheon) vardı ve daha somut
halde düşünülüyordu bu tanrılar. Bunların başında hiç şüphesiz Mısır ve
Yunan pantheonları gelmektedir. Bunun dışında Babil, sümer, hitit
pantheonlarını sayabiliriz. (Yalnız şunu belirtmek gerekmektedir ki her
toplum aynı zaman diliminde bu çok tanrılı dine geçmemiştir ve hatta
bazıları hiç geçmemiştir ancak genel görünüm yani önemli uygarlıkların
bu devri yaşadığı görünümündedir) Bu tanrılara da kurbanlar verilmekte,
insanlar onlardan birşeyler dilemekte, hastalıkları, kıtlıkları
tanrılar insanlara kızdığı için çıkardıklarına inanmaktaydı insanlar.
Bu tanrıların varlığını antik kaynaklardan, onlar adına yapılan
tapınaklardan ve hatta basit çanak çömleklerden öğrenmekteyiz. Daha
sonra ise tek tanrılı dönem geldi. Bunlardan ilki musevilik, ikincisi
hristiyanlık ve üçüncü ve sonuncusu ise müslümanlıktı. Bu dinlerde ise
tek bir tanrı var ancak yine de çok şeyin değiştiğini genel bakış
açısıyla söylenemez. Diğer ikisinde olmasa bile Müslümanlıkta hala
kurban verildiğini görmekteyiz(Şu an sadece Tevrat'ın gerçekliğini
kanıtlamak için -genel olarak pek kabul görmese de- bir arkeoloji kolu
vardır). Genel olarak baktığımızda bilinen tarihin başlangıcından beri
bir güce inanma ve ona kurban verme olgusunu görüyoruz. Toplumlar ne
kadar değişip, gelişse de bazı şeylerin değişmediğini göstermekte basit
ama sağlam bir örnektir kanımca. Ayrıca bu ilahiyat arkeoloji ve halk
bilimi ilişkisini de ortaya koymaktadır.
Din konusuna
değinmişken, arkeoloji için (özellikle klasik arkeoloji) tapınaklar ve
anıtlar en önemli kaynaklardan biridir. Çünkü tapınaklar o dönemin
dinsel inanışları hakkında bilgi vermekle kalmaz o dönem mimari tarzı
(kullanılan taş cinsi, taşların nasıl işlendiği vb.) ve ulaşılan
teknoloji hakkında da önemli bilgiler verir. Bu konudaki kuşkusuz en
güzel örnekler görkemli Eski Yunan tapınakları (Örneğin Efes Artemis
tapınağı: 110m*55m boyunda olup mermerden yapılmıştır) ve hala nasıl
yapıldığı tam olarak bilinemeyen Mısır Piramitleri'dir.
Arkeoloji
daha önce belirtildiği gibi sadece bu tip olayları değil en sıradan
şeyleri bile ilgiyle ele alır. Örneğin geçmiş toplumların yemek yeme
alışkanlığı, giyimleri, süslenmeleri konutlarını nasıl düzenledikleri
gibi. Arkeoloji gerek yazılı kaynağın olduğu devirlerde gerekse yazılı
kaynağın olmadığı devirlerde de bunu inceler. Örneğin yapılan kazılarda
ele geçen başlıca gereçler arasında kap-kaçak, seramikler, kumaş
parçaları, süs eşyalarını (küpe, toka gib) sayabiliriz. Bunlar o dönem
insanın günlük yaşamını anlatan en belirleyici örneklerdir zaten.
Bunun
dışında mezarlar ve nekropolleri de arkeoloji ve halkbiliminin ortak
konuları arasında değerlendirebiliriz. Halen dünyanın çeşitli
yerlerinde görülen mezar hediyeleri arkeolojinin çok önem verdiği
konular arasına girmektedir veya dünyanın bazı yerlerinde görülen
kremasyon dediğimiz ölü yakma ayinleri. Bunlar da halklar ve bölgelerin
arasındaki ilişkileri belgeleyebileceği gibi toplumların gelilşimini de
anlamak için kaynak olarak gösterilebilir.
Ayrıca daha önce
bolca değinildiği gibi arkeoloji toplumlar ve bölgeler arasındaki
ilişkilerde karanlıkta kalmış yönleri açığa çıkarmaktadır. Örneğin
Yunanistan'a ait Girit adasındaki Knassos sarayında bulunan seramikler
arasında Mısır özelliklerini açıkça taşıyan seramiklere
rastlanmaktadır. Bu Doğu ve Batı Akdeniz arasındaki ticari ilişkiyi
ortaya koymaktadır. Bunun yanında yine Knassos sarayında bulunan
üzerinde bir Mısır Firavununa ait bir mühür bulunan ritüel bir seramik
de bulunmuştur. Bu iki toplum arasındaki dinsel ilişkiyi belgeler ve
devletsel olarak da birbirlerini tanıdıklarını gösterebilir.
Sonuçta
halkbilmi ve arkeoloji ne kadar ayrı gözükselerde halkbilimi bir
toplumun, bir bölgenin geçmişini anlamak için ilk önce tarih bilimini
daha sonra arkeolojiye başvuracaktır. Bunun yanında arkeolojinin de o
dönemin toplumsal yönlerini tam olarak anlaması ve ona göre hareket
etmesi gerektiğinden halkbiliminden yararlandığı noktalar vardır.
Kaynakça:
Örnek, Sedat Veyis : Türk Halkbilimi, İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı Ankara 1977
Akurgal, Ekrem : Anadolu Uygarlıkları , Net turistik Yayınlar, 6.Baskı,
Yorum ve Arkeolojinin Halkbilimine Katkısı
Halkbilimi
bilindiği ve daha önce bir çok kez tekrarlandığı üzere diğer bilimlerin
sonuçlarına kendinde toplayarak sentezleyen önemli bir bilim dalı.
Arkeoloji ise tarih biliminin ulaşamadığı noktaları açığa çıkaran bir
bilim dalı. Bu tanımlara bakacak olursak yine daha önce belirtildiği
gibi arkeoloji kanımca halkbilimi için oldukça gereklidir. Çünkü başka,
belki biraz eksik bir tanımla halk bilimi insan yaşamını nerde olursa
ve kim olursa olsun ele alır. Ve insan yaşamı da elbette sadece
günümüzle sınırlı değildir. Şu an yaşadığımız toplum / toplumlar bir
çok evre geçirmiş , bir çok değişimden sonra şimdiki haline ulaşmıştır.
Dolayısıyla halkbilimi insanın geçmiş zamanlardaki yaşamı ile de
ilgilenmektedir. Ve insanın geçmişteki yaşamı elbetteki sadece yazılı
belgerden öğrendiklerimizle sınırlı değildir. Çok daha öncesi ve belki
de çok daha önemli bir geçmiş yatmaktadır yazılı belgelerin ilk ortaya
çıktığı devirlertden öncesinde. İşte arkeoloji bu karanlıkta kalmış
diyebileceğimiz devirleri araştırarak halk bilimine değeri göz ardı
edilmez bir katkı yapmaktadır.
Ayrıca arkeoloji bir çok
bilimle halkbilimi arasında köprü görevi görmektedir. Örneğin bir
önceki bölümde belirtildiği gibi ilahiyat veya mimari vb.
Bir
önceki bölümde belirtilen örnekleri genel olarak toparlamak gerekirse
arkeoloji toplumların geçmişteki günlük yaşayışlarını, devlet ve din
işlerini, birbileri ile olan ilişkilerini, birbirleri ile yaptıkları
ticaretleri, o günlerden günümüze kalan adetleri incelemekte ve
sonuçlar çıkarmaktadır.
Ayrıca şunu da belirtmek isterim,
özellikle bir üst bölümde belirtilen arkeoloji ve halkbiliminin
ilişkisindeki ortak noktalar gibi, bu iki bilimin ilişkisini sağlayan
bir çok küçük ama önemli bağlayıcı yön olduğuna inanmaktayım.
Her
alanda olduğu gibi incelenen konuların sağlam temellere oturtulması
gerekmektedir. Arkeoloji halkbilimi için bunu sağlamada yukarda sayılan
sonuçlardan dolayı önemli bir etmendir. Halkbilimi de bu yukarda
sayılan sonuçlardan yararlanarak günümüzdeki toplumun temelllerinin
nereye dayandığını özümsemekte ve bölgeleri, halkları, toplumları bu
bilgiler ışığında incelemektedir.
İndireceğiniz Word Dosyasında Daha Geniş Bilgiye Sahip Olabilirsiniz
OgrenciForum.Org
http://rapidshare.com/files/98235235/OgrenciForum.Org.rar
Kültürler doğar, gelişir
ve kaybolur. Bazısı yiter gider bazısı ise kalır ama varolan kültürler
hep bir gelişim içerisindedir. Toplum içindeki siyasi, kültürel,
bilimsel olaylar, değişimler, gelişmeler ve evrimler üstüste binerek
kültürü oluşturur. Bir kültürün o anki durumunu anlamak için onun
geçmişini de bilmek gerekir. Halkbilimi bilindiği üzere bir ülke ya da
belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki kültürel
ürünleri konu edinen, bunları kendine özgü yöntemleriyle derleyen,
sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan ve son aşamada da bir birleşime
vardırmayı amaçlayan bir bilimdir. Dolayısıyla halkbilimi bir toplumu
her yönden inceler. Neredeyse tüm bilimlerdeki gelişmelerin sonuçları
halkbiliminde toplanır ve halkbilimi bunları kendine göre sentezler.
Sonuçta sadece o toplumun veya bölgenin bugünü ile değil geçmişi ile
de ilgilenir. Dolayısıyla iilgilendiği noktalardan biri de hiç kuşkusuz
o toplumun veya bölgenin tarihidir. Arkeoloji işte bu noktada devreye
girer. Daha önce belirtildiği gibi (bkz. Bölüm 1:Arkeolojinin Tanımı)
gerek yazılı gerekse de yazısız tarihin incelenmesinde halkbilimine
yardımcı olur.
Bir ulusun, bir halkın , bir yörenin ya da bir
etnik grubun yaşamıyla ilgili çeşitli yanlarını, adetlerini,
geleneklerini, göreneklerini, inanmalarını, becerilerini vb. yazıya
geçirmiş kimselerin yazma ya da basılı yapıtları, yazıya dökülmüş
anıları, gezi notları, gözlemleri izlenimleri yazılı kaynakları
oluşturur. Yakın tarihlerin yazılı kaynakları hiç şüphesiz çoğunlukla
tarih bilimi sayesinde kolaylıkla ulaşılabilecek kaynaklar haline
gelmişlerdir. Ama örneğin çok daha eski tarihlerdeki toplum yaşamıyla
şimdikini kaşılaştırmak istersek... Bu noktada arkeoloji yardımcı
olacaktır.
Şu an hala dünyanın değişik yerlerinde Cilalı Taş
Çağı'nı yaşamakta olan toplumların var olduğunu biliyoruz. Peki bu
toplumları çok daha eski çağlarda Cilalı Taş Çağı yaşayamış ve şu an
modern bir toplum statüsüne erişmiş toplumlarkla karşılaşmak
istersek... Bu noktada yine arkeoloji bize yardımcı olacaktır.
Örneğin
Konya yakınındaki Çatalhöyük yerleşmesinde Neolitik devire (M.Ö.8000 -
M.Ö. 4500) ait bulunan duvar resimlerinde ölen aile bireylerinin yine
aile bireyleri tarafından, cesedin kafasının kesilip, kanının bi kuyuya
akıtlıp, vücudun derisinin yüzülüp daha sonra akbabalara yedirildiği
ortaya çıkarılmıştır. Yapılan kazılarda o devire ait konutlarda bulunan
seki denilen oturma sıralarının altında gömülü kafataskarı ve insan
keimlerine rastlanmıştır. Burdan anlıyoruz ki cesetler tanrı olarak
saydıkları akbabalar tarafından etten arındırılıp sadece kemik haline
getiriliyor ve bu kemikler evin altına gömülüyordu. Böylece hem tanrıya
bir sunu yapılmış olunuyor hem de cesedin çürüyüp kokması önleniyordu.
Bu uygulamanın hala Budapeşte'nin bazı bölgelerinde uygulandığını
görüyoruz. Bu iki toplumun ilişkisini ve belki de tek toplumun evrimini
açıklamakta önemli bir gelişmedir. Belki iki toplum geçmiş zamanda
kültür alışverişinde bulunmuşlardı belki de Anadolu'dan Macaristan'a
doğru bir göç olmuştu. Sonuçta ikisi de halkbiliminin ilgi alanına
girer.
Bir başka örneğe bakarsak. İlk zamanlar yani neolitik
devir ve öncesinde insanlar tanrı olarak doğa kuvvetlerine taparlardı.
Ateş, su, ağaç vb. Bunlara kurbanlar verir ve kendi yöntemleriyle bu
tanrı dedikleri kuvvetleri hoşnut tutmak için çaba sarfederlerdi.
Bunlar karşılığında da onlardan bazı şeyler umarlardı. Örneğin yine
Çatalhöyük ve yine neolitik devirde içinde boğa başlarının bulunduğu ve
boğaların resmedildiği bir çok konut bulunmuştur. Bu diğer doğa
kuvvetleri gibi boğanın da kutsal olduğunu gösteriyor. Daha sonraları
tanrı anlayışı değişti ve bir çok toplumda çok tanrılı dinler oluşmaya
başladı. Bu dinlerde bir tanrılar alemi (pantheon) vardı ve daha somut
halde düşünülüyordu bu tanrılar. Bunların başında hiç şüphesiz Mısır ve
Yunan pantheonları gelmektedir. Bunun dışında Babil, sümer, hitit
pantheonlarını sayabiliriz. (Yalnız şunu belirtmek gerekmektedir ki her
toplum aynı zaman diliminde bu çok tanrılı dine geçmemiştir ve hatta
bazıları hiç geçmemiştir ancak genel görünüm yani önemli uygarlıkların
bu devri yaşadığı görünümündedir) Bu tanrılara da kurbanlar verilmekte,
insanlar onlardan birşeyler dilemekte, hastalıkları, kıtlıkları
tanrılar insanlara kızdığı için çıkardıklarına inanmaktaydı insanlar.
Bu tanrıların varlığını antik kaynaklardan, onlar adına yapılan
tapınaklardan ve hatta basit çanak çömleklerden öğrenmekteyiz. Daha
sonra ise tek tanrılı dönem geldi. Bunlardan ilki musevilik, ikincisi
hristiyanlık ve üçüncü ve sonuncusu ise müslümanlıktı. Bu dinlerde ise
tek bir tanrı var ancak yine de çok şeyin değiştiğini genel bakış
açısıyla söylenemez. Diğer ikisinde olmasa bile Müslümanlıkta hala
kurban verildiğini görmekteyiz(Şu an sadece Tevrat'ın gerçekliğini
kanıtlamak için -genel olarak pek kabul görmese de- bir arkeoloji kolu
vardır). Genel olarak baktığımızda bilinen tarihin başlangıcından beri
bir güce inanma ve ona kurban verme olgusunu görüyoruz. Toplumlar ne
kadar değişip, gelişse de bazı şeylerin değişmediğini göstermekte basit
ama sağlam bir örnektir kanımca. Ayrıca bu ilahiyat arkeoloji ve halk
bilimi ilişkisini de ortaya koymaktadır.
Din konusuna
değinmişken, arkeoloji için (özellikle klasik arkeoloji) tapınaklar ve
anıtlar en önemli kaynaklardan biridir. Çünkü tapınaklar o dönemin
dinsel inanışları hakkında bilgi vermekle kalmaz o dönem mimari tarzı
(kullanılan taş cinsi, taşların nasıl işlendiği vb.) ve ulaşılan
teknoloji hakkında da önemli bilgiler verir. Bu konudaki kuşkusuz en
güzel örnekler görkemli Eski Yunan tapınakları (Örneğin Efes Artemis
tapınağı: 110m*55m boyunda olup mermerden yapılmıştır) ve hala nasıl
yapıldığı tam olarak bilinemeyen Mısır Piramitleri'dir.
Arkeoloji
daha önce belirtildiği gibi sadece bu tip olayları değil en sıradan
şeyleri bile ilgiyle ele alır. Örneğin geçmiş toplumların yemek yeme
alışkanlığı, giyimleri, süslenmeleri konutlarını nasıl düzenledikleri
gibi. Arkeoloji gerek yazılı kaynağın olduğu devirlerde gerekse yazılı
kaynağın olmadığı devirlerde de bunu inceler. Örneğin yapılan kazılarda
ele geçen başlıca gereçler arasında kap-kaçak, seramikler, kumaş
parçaları, süs eşyalarını (küpe, toka gib) sayabiliriz. Bunlar o dönem
insanın günlük yaşamını anlatan en belirleyici örneklerdir zaten.
Bunun
dışında mezarlar ve nekropolleri de arkeoloji ve halkbiliminin ortak
konuları arasında değerlendirebiliriz. Halen dünyanın çeşitli
yerlerinde görülen mezar hediyeleri arkeolojinin çok önem verdiği
konular arasına girmektedir veya dünyanın bazı yerlerinde görülen
kremasyon dediğimiz ölü yakma ayinleri. Bunlar da halklar ve bölgelerin
arasındaki ilişkileri belgeleyebileceği gibi toplumların gelilşimini de
anlamak için kaynak olarak gösterilebilir.
Ayrıca daha önce
bolca değinildiği gibi arkeoloji toplumlar ve bölgeler arasındaki
ilişkilerde karanlıkta kalmış yönleri açığa çıkarmaktadır. Örneğin
Yunanistan'a ait Girit adasındaki Knassos sarayında bulunan seramikler
arasında Mısır özelliklerini açıkça taşıyan seramiklere
rastlanmaktadır. Bu Doğu ve Batı Akdeniz arasındaki ticari ilişkiyi
ortaya koymaktadır. Bunun yanında yine Knassos sarayında bulunan
üzerinde bir Mısır Firavununa ait bir mühür bulunan ritüel bir seramik
de bulunmuştur. Bu iki toplum arasındaki dinsel ilişkiyi belgeler ve
devletsel olarak da birbirlerini tanıdıklarını gösterebilir.
Sonuçta
halkbilmi ve arkeoloji ne kadar ayrı gözükselerde halkbilimi bir
toplumun, bir bölgenin geçmişini anlamak için ilk önce tarih bilimini
daha sonra arkeolojiye başvuracaktır. Bunun yanında arkeolojinin de o
dönemin toplumsal yönlerini tam olarak anlaması ve ona göre hareket
etmesi gerektiğinden halkbiliminden yararlandığı noktalar vardır.
Kaynakça:
Örnek, Sedat Veyis : Türk Halkbilimi, İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı Ankara 1977
Akurgal, Ekrem : Anadolu Uygarlıkları , Net turistik Yayınlar, 6.Baskı,
Yorum ve Arkeolojinin Halkbilimine Katkısı
Halkbilimi
bilindiği ve daha önce bir çok kez tekrarlandığı üzere diğer bilimlerin
sonuçlarına kendinde toplayarak sentezleyen önemli bir bilim dalı.
Arkeoloji ise tarih biliminin ulaşamadığı noktaları açığa çıkaran bir
bilim dalı. Bu tanımlara bakacak olursak yine daha önce belirtildiği
gibi arkeoloji kanımca halkbilimi için oldukça gereklidir. Çünkü başka,
belki biraz eksik bir tanımla halk bilimi insan yaşamını nerde olursa
ve kim olursa olsun ele alır. Ve insan yaşamı da elbette sadece
günümüzle sınırlı değildir. Şu an yaşadığımız toplum / toplumlar bir
çok evre geçirmiş , bir çok değişimden sonra şimdiki haline ulaşmıştır.
Dolayısıyla halkbilimi insanın geçmiş zamanlardaki yaşamı ile de
ilgilenmektedir. Ve insanın geçmişteki yaşamı elbetteki sadece yazılı
belgerden öğrendiklerimizle sınırlı değildir. Çok daha öncesi ve belki
de çok daha önemli bir geçmiş yatmaktadır yazılı belgelerin ilk ortaya
çıktığı devirlertden öncesinde. İşte arkeoloji bu karanlıkta kalmış
diyebileceğimiz devirleri araştırarak halk bilimine değeri göz ardı
edilmez bir katkı yapmaktadır.
Ayrıca arkeoloji bir çok
bilimle halkbilimi arasında köprü görevi görmektedir. Örneğin bir
önceki bölümde belirtildiği gibi ilahiyat veya mimari vb.
Bir
önceki bölümde belirtilen örnekleri genel olarak toparlamak gerekirse
arkeoloji toplumların geçmişteki günlük yaşayışlarını, devlet ve din
işlerini, birbileri ile olan ilişkilerini, birbirleri ile yaptıkları
ticaretleri, o günlerden günümüze kalan adetleri incelemekte ve
sonuçlar çıkarmaktadır.
Ayrıca şunu da belirtmek isterim,
özellikle bir üst bölümde belirtilen arkeoloji ve halkbiliminin
ilişkisindeki ortak noktalar gibi, bu iki bilimin ilişkisini sağlayan
bir çok küçük ama önemli bağlayıcı yön olduğuna inanmaktayım.
Her
alanda olduğu gibi incelenen konuların sağlam temellere oturtulması
gerekmektedir. Arkeoloji halkbilimi için bunu sağlamada yukarda sayılan
sonuçlardan dolayı önemli bir etmendir. Halkbilimi de bu yukarda
sayılan sonuçlardan yararlanarak günümüzdeki toplumun temelllerinin
nereye dayandığını özümsemekte ve bölgeleri, halkları, toplumları bu
bilgiler ışığında incelemektedir.
İndireceğiniz Word Dosyasında Daha Geniş Bilgiye Sahip Olabilirsiniz
OgrenciForum.Org
http://rapidshare.com/files/98235235/OgrenciForum.Org.rar