fan-sitem

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
fan-sitem

    Halk Bilimi ve Arkeolojinin İlişkisi

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 460
    rep :
    Halk Bilimi ve Arkeolojinin İlişkisi Left_bar_bleue999 / 100999 / 100Halk Bilimi ve Arkeolojinin İlişkisi Right_bar_bleue

    Kayıt tarihi : 29/11/08

    Halk Bilimi ve Arkeolojinin İlişkisi Empty Halk Bilimi ve Arkeolojinin İlişkisi

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 10, 2008 3:04 pm

    Arkeolojinin Halkbilimi ile İlişkisi

    Kültürler doğar, gelişir
    ve kaybolur. Bazısı yiter gider bazısı ise kalır ama varolan kültürler
    hep bir gelişim içerisindedir. Toplum içindeki siyasi, kültürel,
    bilimsel olaylar, değişimler, gelişmeler ve evrimler üstüste binerek
    kültürü oluşturur. Bir kültürün o anki durumunu anlamak için onun
    geçmişini de bilmek gerekir. Halkbilimi bilindiği üzere bir ülke ya da
    belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki kültürel
    ürünleri konu edinen, bunları kendine özgü yöntemleriyle derleyen,
    sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan ve son aşamada da bir birleşime
    vardırmayı amaçlayan bir bilimdir. Dolayısıyla halkbilimi bir toplumu
    her yönden inceler. Neredeyse tüm bilimlerdeki gelişmelerin sonuçları
    halkbiliminde toplanır ve halkbilimi bunları kendine göre sentezler.
    Sonuçta sadece o toplumun veya bölgenin bugünü ile değil geçmişi ile
    de ilgilenir. Dolayısıyla iilgilendiği noktalardan biri de hiç kuşkusuz
    o toplumun veya bölgenin tarihidir. Arkeoloji işte bu noktada devreye
    girer. Daha önce belirtildiği gibi (bkz. Bölüm 1:Arkeolojinin Tanımı)
    gerek yazılı gerekse de yazısız tarihin incelenmesinde halkbilimine
    yardımcı olur.
    Bir ulusun, bir halkın , bir yörenin ya da bir
    etnik grubun yaşamıyla ilgili çeşitli yanlarını, adetlerini,
    geleneklerini, göreneklerini, inanmalarını, becerilerini vb. yazıya
    geçirmiş kimselerin yazma ya da basılı yapıtları, yazıya dökülmüş
    anıları, gezi notları, gözlemleri izlenimleri yazılı kaynakları
    oluşturur. Yakın tarihlerin yazılı kaynakları hiç şüphesiz çoğunlukla
    tarih bilimi sayesinde kolaylıkla ulaşılabilecek kaynaklar haline
    gelmişlerdir. Ama örneğin çok daha eski tarihlerdeki toplum yaşamıyla
    şimdikini kaşılaştırmak istersek... Bu noktada arkeoloji yardımcı
    olacaktır.
    Şu an hala dünyanın değişik yerlerinde Cilalı Taş
    Çağı'nı yaşamakta olan toplumların var olduğunu biliyoruz. Peki bu
    toplumları çok daha eski çağlarda Cilalı Taş Çağı yaşayamış ve şu an
    modern bir toplum statüsüne erişmiş toplumlarkla karşılaşmak
    istersek... Bu noktada yine arkeoloji bize yardımcı olacaktır.
    Örneğin
    Konya yakınındaki Çatalhöyük yerleşmesinde Neolitik devire (M.Ö.8000 -
    M.Ö. 4500) ait bulunan duvar resimlerinde ölen aile bireylerinin yine
    aile bireyleri tarafından, cesedin kafasının kesilip, kanının bi kuyuya
    akıtlıp, vücudun derisinin yüzülüp daha sonra akbabalara yedirildiği
    ortaya çıkarılmıştır. Yapılan kazılarda o devire ait konutlarda bulunan
    seki denilen oturma sıralarının altında gömülü kafataskarı ve insan
    keimlerine rastlanmıştır. Burdan anlıyoruz ki cesetler tanrı olarak
    saydıkları akbabalar tarafından etten arındırılıp sadece kemik haline
    getiriliyor ve bu kemikler evin altına gömülüyordu. Böylece hem tanrıya
    bir sunu yapılmış olunuyor hem de cesedin çürüyüp kokması önleniyordu.
    Bu uygulamanın hala Budapeşte'nin bazı bölgelerinde uygulandığını
    görüyoruz. Bu iki toplumun ilişkisini ve belki de tek toplumun evrimini
    açıklamakta önemli bir gelişmedir. Belki iki toplum geçmiş zamanda
    kültür alışverişinde bulunmuşlardı belki de Anadolu'dan Macaristan'a
    doğru bir göç olmuştu. Sonuçta ikisi de halkbiliminin ilgi alanına
    girer.
    Bir başka örneğe bakarsak. İlk zamanlar yani neolitik
    devir ve öncesinde insanlar tanrı olarak doğa kuvvetlerine taparlardı.
    Ateş, su, ağaç vb. Bunlara kurbanlar verir ve kendi yöntemleriyle bu
    tanrı dedikleri kuvvetleri hoşnut tutmak için çaba sarfederlerdi.
    Bunlar karşılığında da onlardan bazı şeyler umarlardı. Örneğin yine
    Çatalhöyük ve yine neolitik devirde içinde boğa başlarının bulunduğu ve
    boğaların resmedildiği bir çok konut bulunmuştur. Bu diğer doğa
    kuvvetleri gibi boğanın da kutsal olduğunu gösteriyor. Daha sonraları
    tanrı anlayışı değişti ve bir çok toplumda çok tanrılı dinler oluşmaya
    başladı. Bu dinlerde bir tanrılar alemi (pantheon) vardı ve daha somut
    halde düşünülüyordu bu tanrılar. Bunların başında hiç şüphesiz Mısır ve
    Yunan pantheonları gelmektedir. Bunun dışında Babil, sümer, hitit
    pantheonlarını sayabiliriz. (Yalnız şunu belirtmek gerekmektedir ki her
    toplum aynı zaman diliminde bu çok tanrılı dine geçmemiştir ve hatta
    bazıları hiç geçmemiştir ancak genel görünüm yani önemli uygarlıkların
    bu devri yaşadığı görünümündedir) Bu tanrılara da kurbanlar verilmekte,
    insanlar onlardan birşeyler dilemekte, hastalıkları, kıtlıkları
    tanrılar insanlara kızdığı için çıkardıklarına inanmaktaydı insanlar.
    Bu tanrıların varlığını antik kaynaklardan, onlar adına yapılan
    tapınaklardan ve hatta basit çanak çömleklerden öğrenmekteyiz. Daha
    sonra ise tek tanrılı dönem geldi. Bunlardan ilki musevilik, ikincisi
    hristiyanlık ve üçüncü ve sonuncusu ise müslümanlıktı. Bu dinlerde ise
    tek bir tanrı var ancak yine de çok şeyin değiştiğini genel bakış
    açısıyla söylenemez. Diğer ikisinde olmasa bile Müslümanlıkta hala
    kurban verildiğini görmekteyiz(Şu an sadece Tevrat'ın gerçekliğini
    kanıtlamak için -genel olarak pek kabul görmese de- bir arkeoloji kolu
    vardır). Genel olarak baktığımızda bilinen tarihin başlangıcından beri
    bir güce inanma ve ona kurban verme olgusunu görüyoruz. Toplumlar ne
    kadar değişip, gelişse de bazı şeylerin değişmediğini göstermekte basit
    ama sağlam bir örnektir kanımca. Ayrıca bu ilahiyat arkeoloji ve halk
    bilimi ilişkisini de ortaya koymaktadır.
    Din konusuna
    değinmişken, arkeoloji için (özellikle klasik arkeoloji) tapınaklar ve
    anıtlar en önemli kaynaklardan biridir. Çünkü tapınaklar o dönemin
    dinsel inanışları hakkında bilgi vermekle kalmaz o dönem mimari tarzı
    (kullanılan taş cinsi, taşların nasıl işlendiği vb.) ve ulaşılan
    teknoloji hakkında da önemli bilgiler verir. Bu konudaki kuşkusuz en
    güzel örnekler görkemli Eski Yunan tapınakları (Örneğin Efes Artemis
    tapınağı: 110m*55m boyunda olup mermerden yapılmıştır) ve hala nasıl
    yapıldığı tam olarak bilinemeyen Mısır Piramitleri'dir.
    Arkeoloji
    daha önce belirtildiği gibi sadece bu tip olayları değil en sıradan
    şeyleri bile ilgiyle ele alır. Örneğin geçmiş toplumların yemek yeme
    alışkanlığı, giyimleri, süslenmeleri konutlarını nasıl düzenledikleri
    gibi. Arkeoloji gerek yazılı kaynağın olduğu devirlerde gerekse yazılı
    kaynağın olmadığı devirlerde de bunu inceler. Örneğin yapılan kazılarda
    ele geçen başlıca gereçler arasında kap-kaçak, seramikler, kumaş
    parçaları, süs eşyalarını (küpe, toka gib) sayabiliriz. Bunlar o dönem
    insanın günlük yaşamını anlatan en belirleyici örneklerdir zaten.
    Bunun
    dışında mezarlar ve nekropolleri de arkeoloji ve halkbiliminin ortak
    konuları arasında değerlendirebiliriz. Halen dünyanın çeşitli
    yerlerinde görülen mezar hediyeleri arkeolojinin çok önem verdiği
    konular arasına girmektedir veya dünyanın bazı yerlerinde görülen
    kremasyon dediğimiz ölü yakma ayinleri. Bunlar da halklar ve bölgelerin
    arasındaki ilişkileri belgeleyebileceği gibi toplumların gelilşimini de
    anlamak için kaynak olarak gösterilebilir.
    Ayrıca daha önce
    bolca değinildiği gibi arkeoloji toplumlar ve bölgeler arasındaki
    ilişkilerde karanlıkta kalmış yönleri açığa çıkarmaktadır. Örneğin
    Yunanistan'a ait Girit adasındaki Knassos sarayında bulunan seramikler
    arasında Mısır özelliklerini açıkça taşıyan seramiklere
    rastlanmaktadır. Bu Doğu ve Batı Akdeniz arasındaki ticari ilişkiyi
    ortaya koymaktadır. Bunun yanında yine Knassos sarayında bulunan
    üzerinde bir Mısır Firavununa ait bir mühür bulunan ritüel bir seramik
    de bulunmuştur. Bu iki toplum arasındaki dinsel ilişkiyi belgeler ve
    devletsel olarak da birbirlerini tanıdıklarını gösterebilir.
    Sonuçta
    halkbilmi ve arkeoloji ne kadar ayrı gözükselerde halkbilimi bir
    toplumun, bir bölgenin geçmişini anlamak için ilk önce tarih bilimini
    daha sonra arkeolojiye başvuracaktır. Bunun yanında arkeolojinin de o
    dönemin toplumsal yönlerini tam olarak anlaması ve ona göre hareket
    etmesi gerektiğinden halkbiliminden yararlandığı noktalar vardır.

    Kaynakça:
    Örnek, Sedat Veyis : Türk Halkbilimi, İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı Ankara 1977
    Akurgal, Ekrem : Anadolu Uygarlıkları , Net turistik Yayınlar, 6.Baskı,


    Yorum ve Arkeolojinin Halkbilimine Katkısı

    Halkbilimi
    bilindiği ve daha önce bir çok kez tekrarlandığı üzere diğer bilimlerin
    sonuçlarına kendinde toplayarak sentezleyen önemli bir bilim dalı.
    Arkeoloji ise tarih biliminin ulaşamadığı noktaları açığa çıkaran bir
    bilim dalı. Bu tanımlara bakacak olursak yine daha önce belirtildiği
    gibi arkeoloji kanımca halkbilimi için oldukça gereklidir. Çünkü başka,
    belki biraz eksik bir tanımla halk bilimi insan yaşamını nerde olursa
    ve kim olursa olsun ele alır. Ve insan yaşamı da elbette sadece
    günümüzle sınırlı değildir. Şu an yaşadığımız toplum / toplumlar bir
    çok evre geçirmiş , bir çok değişimden sonra şimdiki haline ulaşmıştır.
    Dolayısıyla halkbilimi insanın geçmiş zamanlardaki yaşamı ile de
    ilgilenmektedir. Ve insanın geçmişteki yaşamı elbetteki sadece yazılı
    belgerden öğrendiklerimizle sınırlı değildir. Çok daha öncesi ve belki
    de çok daha önemli bir geçmiş yatmaktadır yazılı belgelerin ilk ortaya
    çıktığı devirlertden öncesinde. İşte arkeoloji bu karanlıkta kalmış
    diyebileceğimiz devirleri araştırarak halk bilimine değeri göz ardı
    edilmez bir katkı yapmaktadır.
    Ayrıca arkeoloji bir çok
    bilimle halkbilimi arasında köprü görevi görmektedir. Örneğin bir
    önceki bölümde belirtildiği gibi ilahiyat veya mimari vb.
    Bir
    önceki bölümde belirtilen örnekleri genel olarak toparlamak gerekirse
    arkeoloji toplumların geçmişteki günlük yaşayışlarını, devlet ve din
    işlerini, birbileri ile olan ilişkilerini, birbirleri ile yaptıkları
    ticaretleri, o günlerden günümüze kalan adetleri incelemekte ve
    sonuçlar çıkarmaktadır.
    Ayrıca şunu da belirtmek isterim,
    özellikle bir üst bölümde belirtilen arkeoloji ve halkbiliminin
    ilişkisindeki ortak noktalar gibi, bu iki bilimin ilişkisini sağlayan
    bir çok küçük ama önemli bağlayıcı yön olduğuna inanmaktayım.
    Her
    alanda olduğu gibi incelenen konuların sağlam temellere oturtulması
    gerekmektedir. Arkeoloji halkbilimi için bunu sağlamada yukarda sayılan
    sonuçlardan dolayı önemli bir etmendir. Halkbilimi de bu yukarda
    sayılan sonuçlardan yararlanarak günümüzdeki toplumun temelllerinin
    nereye dayandığını özümsemekte ve bölgeleri, halkları, toplumları bu
    bilgiler ışığında incelemektedir.


    İndireceğiniz Word Dosyasında Daha Geniş Bilgiye Sahip Olabilirsiniz

    OgrenciForum.Org

    Halk Bilimi ve Arkeolojinin İlişkisi Logo_word

    http://rapidshare.com/files/98235235/OgrenciForum.Org.rar

      Forum Saati Cuma Kas. 22, 2024 7:53 pm